DAHİ Mİ DELİ Mİ ? ARAFTA KALAN HAYATLAR

DAHİ Mİ, DELİ Mİ ?

ARAFTA KALAN HAYATLAR…

Yediklerine renk katmak adına boya karıştıran mı, dünyada bilim adına çığır açanlar mı? Dahilik ile delilik dediğimiz şey arafta kalan bir mücadele miydi?

Van Gogh’ tan Mozart’a, Beethoven’den Salvador Dali’ye, Albert Einstein’ dan Picasso’ya kadar dahiliğin delilik ile arafta kaldığı portreler…

Çizdiği resimler ile dünyanın en gözde sanatçısı olan Ressam Van Gogh ve Nobel Ödüllü matematikçi Prof .Dr John Nash’in zeka seviyeleri inanılmaz boyutlarda olduğu halde toplum tarafından aykırı, hastalıklı hatta akıl hastanelerinde yatırılan; sosyal ilişkiler de sorunlu, uyumsuz davranışlar sergileyen  ünlü isimlerden olmuşlardır.

Yaşamlarını sanata ve bilime adayan bireylerin, alanında normal insanlara göre beyinlerinin farklı çalışmasının yaratıcılıklarını besleyen bir olgu olduğu da bugün kabul gören bir gerçeklik.

 

Mutlu sonla bitmeyen hayatlar ve tarihe damga vuran sanatçıların bunalımlı bir yaşam sürdüğüne denk gelmek olası bir sonuç…

Zirvede  olan sanatçıların  hayatının birden bire yerle bir olması ve sefil bir halde ölmeleri de buna bir örnek teşkil etmekte…. Kimisi suikasta kurban gitti, kimi  kendi uzuvlarını kesti. Kimi türlü ailesel sorunlar ile boğulurken, kimi sıra dışı eğilimlere sahipti. Ama hep arafta bir yerlerde kaldılar. Üretkenliklerin kaynaklarını hayatta ki uç noktalarda yaşadıklarına şahit oluyoruz.

Müziğin dehası  olarak ele alınan Mozart’a bakacak olursak; henüz üç yaşındayken piyanoda seslerini ayırt edebilen, altı yaşına geldiğinde ilk bestesini yapan Mozart, dünya müzik tarihine ismini altın harflerle yazan çocuklarından biri oldu. Yaşamına baktığımızda insanlara karşı görülmemiş bir düşman kazanma becerisine sahip, çok zor bir insan oldu. Nezaketten uzak, düşünmeden kendisini ifade eden biriydi.

  Müziğin en iyi  bestecileri arasında da Beethoven’ nın 9.Senfoniyi bestelerken sağır olduğunu düşünmek bile arafta bir yerde olduğu gözler önüne seriyor ve şöyle devam ediyor Beethoven; O’na göre bir sanatçı kraldan ve soylulardan üstündü. İnsani ilişkileri zamanla  değişen  ve karmaşık dünyasında toplum ile adaptasyonu zor olan bir kişilik olmuştur.

Ressamlardan devam edecek olursak,

Leonardo Da Vinci vejeteryandı.Hayvan hakları savunucusuydu. Kafeste satılan kuşları satın alıp serbest bırakan bir karakterdi.Defalarca Mahkemeler de yargılanmış, yazıları suç teşkil etmesin diye buluşlarını şifrelemiş, Monalisa adlı eserini çizerken hangi fizik kurallarına göre çizdiği halen tartışma konusu olan bir dahi.

Evet o bir dahi gerçekten. Yalnızca ressam olarak tanımış olsa da o aynı zamanda bir heykeltraş, mühendis, müzisyen, anatomi ustası ,hatta mucit. Bir de Rönesans dönemi insanıydı.Yaratıcı bilimsel yönü ile duygu dünyasının keşfinin sınırlarını zorlayan bir ressam olabilmeyi başardı. 67 yıllık yaşamına sıradan bir insanın sığdıracağından çok daha fazla şey sığdırmış bir sanatçı…Sıradan bir hayatın çok üstünde başarılara imza atan Davinci, normal bir insanın yapabileceklerinin üzerinde bir hayata kapı açmış diyebilirim.

Van Gogh, çok ünlü ve inanılmaz derin bir ruh haline sahip bir ressam olmasına rağmen hayattayken yalnızca bir  eserini satabilmiş. Okulu bitirdikten sonra papaz olmayı seçti. Belçika’daki maden ocaklarında çalışan işçilere ve köylülere vaaz vermeye başladı.Derin acı ve ızdırap çeken Vincent kulağını kesecek dereceye kadar gitti. Bu süreç onun akıl hastanesindeki odasında bile resim yapmaktan alı koyamadı. Bazen Modele verecek parası olmadığı için, model olarak köylüleri, çiçekleri, doğa manzaralarını ve kendi eski ayakkabılarını çizdi. Renklerin dilini o kadar seviyordu ki… Boya tüplerinin içindeki boyaları bazen yiyen, bazen de boyaları yediği yemeğin içine karıştırarak yemeklerini renklendiren bir karakter. 40 farklı duruşlarda kendi resmini yapan kendi cezaevini kendi eliyle yaratan, Vincent Van Gogh kariyeri kısa sürse de ardında yüzlerce   tablo bırakmayı başardı. Dünya tarihinin en önemli ressamlardan biri olarak kabul edildi. Yaşamına kendisi son vererek  noktaladı. sanatının taktir edildiğini hiç  göremedi. Hep küçük kardeşi Theo’nun maddi desteğine muhtaç kaldı.

Pablo Picasso, bir sergisinde şöyle bir diyalog gerçekleşir,  oldukça tanınmış bir doktor Picasso’ya yaklaşıyor ve şunları fısıldıyor: – İnsan vücudunun anatomik yapısını oldukça iyi biliyorum. O yüzden tuvalinizdeki insanların biraz pişmanlık ve şaşkınlık yarattığını söyleyebilirim. “Olabilir,” diye karşılık verdi Picasso. – Ama sizi temin ederim ki onlar hastalarınızdan çok daha uzun yaşayacaklar diyor. Tablolarını stilize ederken geometriyi ve kübik resim tarzıyla tanınan Picasso büyük bir isim… Guernica tablosuyla tarihe ismini yazdırmış bir usta. Tutarsızlıklarla dolu bir karakter aslında, bir o kadar sevgi ile bütünleşmiş bir isim. Kübizmin çığır açmış ismi, 1911 yılında Mona Lisa tablosunun çalınmasında bile bağlantısı olduğu söylenir. Ayrıca kendisi için çok dağınık ve pasaklı olduğu söylenir. Kâğıt, kullanılmış çek makbuzlar,, tuval, boş şişe ve artıklardan   oluşan büyük  yığınlar arasında çalışır ve yaşardı. Köpekler, kediler, fareler ve hatta küçük bir maymundan oluşan bir de koleksiyonu olduğunu görmekteyiz.

Salvador Dali ismini ölen ağabeyinden almış. Onun da adı Salvador Dali idi. Kendisinin doğumundan 9 ay önce vefat etmişti; yani onlar birbirini hiç tanımadı. Annesi ve babası benzerliklerinden dolayı ressamın, ağabeyinin reenkarnasyonu olduğuna inandı ve küçükken onu da buna inandırdı. Abisinin mezarına gittiğinde kendisinin de reankarnasyonla geri geldiğine inanırdı. Sürrealizmin ikonudur. Sürrealizm onunla özdeşleşmiştir.Din ulemasına göre soytarı, sanat mecralarında   rüyalarını tablolarıyla birleştiren bir dahi ,  Ressam çevrelerinde ise para düşkünü olduğunu iddia ettikleri  Dali, hayatının hiçbir döneminde mütevazi olamamıştır. Tablolarında tekrarlanan imgelere denk gelmek tesadüf değil tabi. Ölümü kuru kafalarla, doğumu yumurta ile, çürümeyi karıncalar ile kırmızı objeleri İspanyadaki iç savaşta dökülen kan ile imgeleyen sanatçı resim dışında bir çok alanda da ürün vermiştir. Salvador dali sadece sanat ile uğraşanların değil ayrıca sanat ile ilgisi olmayanların dahi dikkatlerini üzerine çekmeyi başarmış bir karakter olarak dünyaya adını duyurmuştur.

 

 

Frida Kahlo, dünya çapında devrimci, feminist oto-portre sanatçılarından biri olarak bilinir. Aşk ve tutkuyla dolu bir ressam.Kısa bir hayata dünyaları sığdırmayı başarmış aynı zamanda. Latin Amerikalı ressamın yarattığı en güzel eserler yaşamının birer parçası adeta.Yaşam hikayesi ile feminist bir ikon olarak var olmaya devam ediyor. Geçirdiği trafik kazasından sonra yatakta bile tavana ayna asıp  resim çizmekten vazgeçmeyen bir karakter Frida. Aşkı politik devrimci duruşu ve hayatı boyunca yılmadan resimleri ile bugüne uzanan bir ikon olmayı başarmıştır.

Edvard Munch, Norveçli dışavurumcu ressam tarafından 1893-1910 yılları arasında yapılan “Çığlık” tablosu, dünyanın en çok bilinen tablosu olmuştur..19. yüzyıl sembol resimlerin psikolojik temalarından ilham alan bir eser olmuştur. Renkleri ve psikolojik rahatsızlıkları çağrıştırdığı için çağımızın viral bir eseri olarak anılır. Tablo hakkındaki en temel teorilerden biri, resimde tasvir edilen köprüye yakın bir mesafede bir mezbaha olduğu ve burada kesilen hayvanların çığlıklarının resimde betimlendiğidir. Çığlık; insan ruhundaki yaşanan parçalanmaları ve kalabalıklar içindeki yalnızlığı yansıttığını gözlemlemekteyiz. Aynı zamanda insanın zamanla anlaşılamaz ve içinden çıkması zor olan süreçler içinden geçtiğini, insanı  alıp gerçek dünyadaki imkansız duygularını bizlere aktarmaktadır. İnsanın içinde yaşadığı topluma aidiyet duygularını yitirdiğini anlatmaya çalıştığı aşikar…

Michelangelo’nun ise hijyen ve temizlik anlayışı  ziyadesiyle gariptir. Çok nadir yıkanır ve kıyafetlerini çok uzun zaman değişmezdi. Banyo yapmanın sağlığa zararlı olduğuna inanırdı ve yanında çalışanları vücut kokusuyla kaçırırdı. Bu da insanların onun ne kadar hijyenden uzak olduğuna dair abartılı hikayeler anlatmasına sebep oldu.

Hayatlarını, eserlerini, beğenilerini,  her zaman uçlarda yaşayıp bize ışık olan tüm sanatçılara saygıyla…

Sevgiyle sanatla kalın….

The following two tabs change content below.
Vahap AYDOĞAN İlk ve orta öğrenimi Mardin yaptım. Diyarbakır Fatih Lisesinden mezun oldum. Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinden mezun olduktan sonra profesyonel olarak , Avrupa Avusturalya ve Amerika’ da sürreal biyografileri tuvale aktararak hem görsel hem de plastik sanatlar alanında eserler verdim. Türkiye’nin bir çok yerinde Karma ve kişisel sergiler açtım. Kültür sanat alanı ve birçok platformda farklı alanlarda yayınlar yapmaktayım. Son beş yıldır sadece kişiye özel tasarımlar yaparak eserelerimi dijital platformlarda @san_artt ismiyle yayınlıyorum… Özgün ve kendi ürettiğim biyografi temelli eserlerde insanın duygu dünyasını odak alan çalışmalar yaparak kişi ile tablo arasında bir köprü görevi görüyor, doğumun var olduğu her süreçte, ölümün de bir hakikat olduğu ve bu yolculukta insanların yaşamlarında topladığı anılarını, aşklarını, nefretlerini, acı hatıralarını ve aynı zamanda sevgiyi ve umudu da bir karede inşa etmeye devam ediyorum.
BU SAYFAYI PAYLAŞ

.