İstanbul Gravürleri

İstanbul Gravürleri

Teknolojik imkanların az olduğu dönemlerde kent ve kültür hafızasına ilişkin örnekler gravürler aracılığıyla kolaylıkla günümüz insanına dönemin izlerine dair bilgilendirmektedir.

Gezgin seyyah kimselerin kent hafızasına ilişkin yorumları kadar etkileyici olmakla birlikte dönemin izlerini aynı zamanda deşifre eden resimsel kurgulara sahiptirler.

İstanbula ilişkin gravürler denince akıllar ilk gelen yayınlar; Mouradgea  d’Ohsson’un  yazdığı  “Tableau  General  de  l’Empire Othoman”, Dimitri Kantemir’in “The History of The Grown and Decay of The Ottoman Empire” ile Türk-Rus Savaşı üzerine ele alınan “Cassell’s İlüstrated History of the Russo-Turkish War” ve “Russes et Turcs: La Guerre d’Orient’tir. “ (Sevim, 1996: 9)

İzleyicisine sanki gerçekmiş izlenimi veren bu şahane eserler günümüzde yaşayan dönemin izlerini gravürler aracılığıyla şahitlik edenler için dönemin çekilmiş fotoğraflarından çok daha fazlasıdır. Belirttiğim gibi sanki uydurma ve belki belli belirsizmiş gibi resmedilmiş figürler döneme dair deşifre edilmesi gereken ipuçlarını taşımaktadır.

İstanbul’ a dair her sahne, kente dair binalar, yeri şimdilerde hiç bilinmeyen mekan ve toplanma yerleri gravür sanatçısı aracılığıyla anlam dünyası çözülmüş olarak karşımızda belirebilmektedir. Düşünecek olursak dönemin coğrafik, dinsel, sosyolojik ve tarihsel izleri gravür aracılığıyla her şeyin görünenden öte olduğunun bilgisini, ip ucu niteliğinde günümüz insanına hatırlatmaktadır.

Her izleyici için anı yakalamak mümkün mü?

Keşfedilmeyi bekleyen 17. Yüzyıla ait gravürler oldukça etkili iken bana göre akıllarda kalmasının başlıca nedenleri arasında oryantalist sanatsal aktarımın etkilerinin söz konusu oluşudur. Kent hafızasına ilişkin figür, mekan, bina döneme dair kıyafet ve sosyolojik izler taşıyan gravürlerden birini akademik araştırmalarım aracılığıyla aktarmak isterim.

İstanbul kent hafızası, detaylarla çizilmiş gravürler ile kimi zaman halktan herhangi birinin kıyafetleri kimi zaman ise halkı selamlayan padişah figürü ile günümüz insanı için kaynaklık etmektedir.

Baskı teknikleri ile resmedilmiş İstanbul gravür eserleri Osmanlı döneminde “hakk” kelimesi ile özdeşleştirilmiştir.  Osmanlıca lisanında kelime anlamlarından biri kabartma  yani kazıyarak kabartılmış olan hakk ifadesinin aynı zamanda çizmek ancak nakşederek oymacılık anlamına gelir.

En çok bilinen İstanbul gravürleri 17 ve 18. Yüzyıla dair manzaralara şahitlik ettiğimiz gravürlerdir dolayısıyla bu döneme ilişkin eserlerde Osman Hamdi Bey izlerine ve oryantalist akım zenginliğine rastlarız. Araştırmalarım sırasında Milli Kütüphane’ de arşivlenmiş olan 2.320 adet “İstanbul ve Türkiye konulu gravür arşivi” bulunduğu söylenmektedir.

GRAVURLERLE GÜNÜMÜZE GELENLER 

GÜNÜMÜZDE MEVCUT OLMAYAN YAPI ve YAŞAM TARZLARI

Padişahın ve hanedan ailesinin özel hayatlarını gizlilik içinde sürdürmek imkanı veren mimarisi ile günümüz insanın dikkatini fazlasıyla çeken “Topkapı Sarayı” barok ve rokoko tarzı yapıları ile Osmanlı padişahlarının en sevdiği durak mekanlardan da olmak özelliğini taşımaktadır.

1787 yılında ilk cildi Paris’ te yayınlanan “ D’Ohson’un Tableau General Empire Othoman” adlı eserinde yer alan bu gravürde “Topkapı Sarayı’ nın” dışında yer alan köşk bölgesinde mevcut “ Yalı Köşkü” tasvir edilmiştir.  Gravürde tasvir edilen köşk, Sur Sultani’nin sahile indiği nokta da surun dış kısmında yer almaktaydı. Ziyaretçilerini de kabul ettiği ve ağırladığı bu yapının aynı zamanda Arzodası işlevi taşıdığı rivayet edilmektedir. Kaptanı Derya Kılıç Ali Paşa’nın Mimar Davud Ağa yaptırdığı bu köşk Omsanlı döneminin en çok bilinen tören ve ritüellerine şahitlik etmiş olduğu yapılar arasındadır. (Sarayı, T. Topkapı Sarayı 1930)

Tarihte gündemden düşmeyen konu niteliğinde ki fetih sonrası, II. Mehmed Beyazıt bölgesinde saray yapımı emrini verir dönem halkı tarafından saraya Eski Saray ya da Saray-ı Atik denilmektedir, Osmanlı devleti bir imparatorluk statüsü sağlamış olması fikrinden ötürü II. Mehmed bu sarayı beğenmez hatta çevresindekiler ‘padişah halk ile iç içe oturur mu’ sorularıyla muhattap kalan II. Mehmed, Sarayburnu’nda yeni bir saray yapım emrini 1467 yılında verir.

İki yıl içinde bitirilen yapıya Yeni Saray, Saray-ı Cedid ya da Saray-ı Cedidi Âmire denilmektedir. Genel geçer bilginin aksine, Topkapı Sarayı tabiri yakın bir tarihte, günümüze kadar gelememiş Marmara’ya bakan surların bitişiğinde ve girişinde topların olduğu Toplu Kapı ve Birinci Sultan Mahmud’un yaptırdığı kasırdan gelecektir. (“Sarayı, T. Topkapı Sarayı 1930.”)

Yangın sonrası yok olmuş ahşap, mevcut tarihi alana ismini veren bu yapı günümüze kadar gelememiştir ne yazık ki sadece Avrupalı ressamların yaptığı iki resmi bizlere ulaşmaktadır.

Tarihi döneminde ilk yapım aşamalarında, 700.000 m²’lik bir alan üzerine kurulmuş olan Topkapı Sarayın etrafındaki surlara Sur-u Sultani denilmektedir. Gravürde yer alan bölge “Sur Sultani” adı verilen padişahın her sefer öncesinde donanması ile beraatını aldığına inanıldığı köşkün ön kısmını tasvir etmektedir.

Topkapı Sarayından biraz daha bahsedecek olursak yaptırılmış olan deniz tarafındaki surlar Bizans antik kent dönemine ait olup kara tarafındaki surları ise II. Mehmed yaptırmıştır. Sur-u Hakanî yani kara surları olarak bilinen bu kapılardan en meşhur olanı “Ayasofya Bab-ı Hümayun Tören Kapısı’dır”. Gravürde tasvir edilen, ulaşım yöntemleri başta olmak üzere halkın ve deniz seferine çıkmak üzere olan donanmanın kılık kıyafet tarzı hatta mimari yapılar günümüzde mevcut değildir. Fotoğraf makinasının olmadığı dönemlerin, günümüz insanına ulaştıran gravürlerin daha detaylı çözümlemesine değinmek isterim.

GRAVÜRLERDEN YAŞAMA DAİR ÇÖZÜMLEMELER

(ULAŞIM ÇEŞİTLİLİĞİ – KILIK KIYAFETİN BETİMLEDİĞİ KİMLİKLER)

Gravürde resmedilen köşk, padişahın Kaptanpaşa donanması ile sahile gelerek her sefer öncesinde talihinin iyi olması temennisi ile ziyarete geldiği törensel anı, izleyicisine aktarmaktadır. Eserde yer alan, beratını alan donanma üzerinde ki kıyafetler sahil askerlerine uygun, resmi olan kıyafetlerdir.

İstanbul’ un Beşiktaş semtine kadar uzanan donanma gravürde tasvir edildiği üzere, Sirkeci sahiline kadar gelmekte ve Kaptanıderya tam o anda Yalı Köşkünde beraat almaya gelen padişah yanına çıkmaktadır.  Hilat giydirildikten sonra padişah huzuruna çıkan paşa gravürde açıkça izlenmektedir. Bu tarihi ritüele göre donanmada ki yerine geri dönen, beraatını almış paşa sefere çıkabilmektedir. D’Ohson gravür kitabında yer alan Yalı Köşkü defalarca düzenlenen kaptan paşa törenini tasvir etmektedir.

(Ceco, S. (2013). Lale devri ressamı Van Mour’un çizimleriyle Osmanlılar kıyafet albümü. An Album of the Wardrobe of the Ottomans with Illustrations.)

Gravürde bahsi geçen “Beraat Töreni” savaş ve uyarı anında harekete geçebilen Osmanlı Devleti’nin temel dinamiklerinden biri olan ve mevcudu bazı dönemlerde yüz binleri aşan Osmanlı ordusunun halktan niyaz ve dua eşliğinde uğurlandığı kadim ritüeller arasındadır. Araştırmalarım sırasında anladığım gibi geçmişten günümüze asırlardırdevam eden ritüel ve tapınma inançları, kadim Anadolu medeniyet ve uygarlıklarından, Osmanlı dönemi hatta günümüze kadar sarsılmaz yapısını yani mevcudiyetini korumuştur.

 Gravürde tasvir edilen dönem  giysinin kumaşının yanı sıra rengi de toplum düzeyini yansıtmaktaydı ancak gravürün siyah beyaz oluşu nedeniyle biçimsel özellikleri itibariyle eserde ki kıyafetleri yorumlayacağım. Bilindiği gibi saray halkı için dikilmiş veya tasarlanmış olan biçim ve renkte kılık ve kıyafetlerin aynısını halkın giymesi yasak olmakla birlikte mevki ve rütbe belirten giysiler aynı zamanda giyildiği mekan ve zamana göre farklılık göstermektedir.

Elbette deniz komutasında, niyaz maksatlı düzenlenen beraat töreninde ve seferde giyilenler günlük giyilenlerden farklıydı. Fotoğraf makinasının olmadığı dönemde günümüz insanına en çok giysiler hakkında bilgileri, seyahatnameler ve gezginlerin hatıraları ulaştırmaktadır. Giysiler arasında tercih edilen sarık, peştamal ve keten yelekli ferace donanma kıyafetlerinin iç kısmında yer bulurken, saray halkının kıyafetlerinde ön planda kuşak altında yer almaktadır.

 

 

The following two tabs change content below.
Sanat Tasarım Fakültesi bölümü mezunu köşe yazarımız, özel bir vakıf üniversitesinde mentör eğitimci olarak görev yapmaktadır. Tarih alanında yüksek lisansını tamamlayan yazarımız, kültür sanat alanında farklı platformlarda, popüler düzeyde yayınlar hazırlamaktadır. "Mecmua İstanbul ve Cemiyet Sanat Dergi" genel yayın yönetmenidir.

Son Yazıları Tülay Çağlar Kadı (tüm yazıları)

BU SAYFAYI PAYLAŞ

.