Ece Özbaş Söyleşi Haberi

ECE ÖZBAŞ SÖYLEŞİ HABERİ

Mecmua İstanbul okuyucuları, yazarlık serüveninizi merak ediyor olabilir… Eserlerinizin, kendine münhasır sıra dışı ruhları var!

Kitapların, toplumları iyileştiren gücü hakkında neler düşünüyorsunuz?

Kitap insan ruhunun anahtarıdır. Bilginin, gözlemin ve analizin yansıması olan kitap kişinin kendini sorgulamasına yol açar. Kitapların gizemli bir yol göstericiliği vardır, kişiye keşif imkânı sağlar. Okuma yazma öğrendiğimden itibaren kelimelerle haşır neşir oldum. Yalnız bir çocuktum, kitaplar hem arkadaşlarım, hem de yol göstericim oldu. Kitapsız geçen bir günüm olmadı, büyük bir açlıkla okuyordum. İlk kitabımı ilkokul beşinci sınıfta yazdım, fakat büyük bir hayal kırıklığıydı çünkü aynı isimde bir kitap olduğunu keşfedip üzülmüştüm, kitabımın ismi Küçük Kemancı’ydı. Yazma yolculuğuma uzun süre kompozisyonlarda denemeler yaparak devam ettim. Sokakta oyun oynamak için anneannemin teşvik etmesi gerekti, çünkü cidden romanlardan kafamı kaldırmıyordum. Her yeni kitap bende yeni bir dünya demekti. Bizim yaş grubumuzda gazete önemli bir kültürdür, eve giren gazeteleri babamın ardından sayfa sayfa okurdum. Kütüphaneden kitap almadıysam evde ansiklopedileri okuyarak vakit geçirirdim. Annem ve babam iyi bir kitap okuruydu, elbette okuma ve yazma merakım rastlantı değil. Meslek olarak editörlüğü seçmem de bilgi sevgimin yansıması.

Sizi henüz  tanımayan okuyucularımıza, kendinizden ve kitaplarınızdan bahsetmek ister misiniz?

Yalnız bir çocukluk geçirdim, bu yolculuk benim gözlem yapmamı, dünyayı izlememi ve okuyarak başka dünyalara açılmamı sağladı. 80’lerin çocukları çokça acı ve hareket izlemek zorundaydı, neşeli günlere varana kadar basık günlerde vakit geçirdik. Her şeyden silkinip büyüdükten sonra da bu kez geri dönüp o günlere tekrar baktık, nesil olarak tam bir geçiş yaşadık. Elbette tüm bu sosyolojik şartlardan etkilendim, çocukluğum her an olaylarla hareketlenen Laleli’de geçtiği için gözümü dört açmıştım. İlkokulu yatılı okudum, pazartesileri trenle Yeşilköy’e giderken evleri, balkonları, insanları ve faytonları izledim. Yazar olmak için uygun koşullara sahiptim yani. Yaklaşık otuz yıl önce usta-çırak ilişkisiyle de editörlüğe adım attım. Tabii ki o günlerde “musahhih” sıfatıyla adlandırılıyorduk. Yazıları okuyup düzeltmek, değerlendirmeler yapmak heyecanlı bir serüvendi benim için. Bir gün kitap yazacağımı biliyordum, ama tam olarak ne zaman hazır olacağım konusunda bir fikrim yoktu. Her zaman çantamda not defterim ve kalemlerim olurdu, çoğunlukla şiir denemeleri yapıyordum. İlk eserlerim inceleme araştırmaydı, yazarların hayatını hazırlamam istenmişti, Peyami Safa’nın bütün kitaplarını okumuştum ve Cahit Sıtkı Tarancı zaten sevdiğim bir şairdi, bu sebeple büyük bir keyifle hazırlamıştım. Ustalarımdan olumlu tepkiler alınca yazmaya devam ettim, dergilerde köşe yazıları ardından ilginç bir deneme kitabı kaleme aldım, adeta alıştırma yapıyor gibiydim.

Nihayet bir kitapta Harut ve Marut’a rastlayınca heyecanlandım ve araştırmaya başladım. Kaynak az, rivayet çoktu. Ruhumun da sesini dinleyerek ciddi bir yazma yolculuğuna çıktım, senelerce araştırma ardından Mezopotamya’yı keşfe çıktım ve Sihrin Kovulmuş Melekleri doğdu. Büyülü gerçeklik türünde kaleme aldığım bu eser ruhumu ve hayata bakış açımı tamamen değiştirdi. Kadim bilgiyle tanışmak hayatımı ters yüz etti. Yeni bir başlangıç yapıp, yeni bir kimliğe doğdum. Sihrin Kovulmuş Melekleri eserim üçlemenin ilk kitabı, yaklaşık bir ay sonra nihayet devamı olan ve Mısır mitolojisini inceleyip kurguyla birleştirip kaleme aldığım Büyücü Ninva yayınlanıyor.

Deldelice kitabım toplumsal gerçekçi bir eser. Tamamen gerçek kadın hikayeleri dolu, ama kırık bir kurguyla kaleme aldım. Editörlüğünü yaptığım bir eser sırasında yaklaşık elli altmış kadınla röportaj yapmıştım, dinlediğim hikayeler dünyanın başka bir gerçekliğine taşımıştı beni. Bazı kadınları ve onların hikayelerini unutamadım, bu sebeple oturdum kendi bakış açımdan aile ilişkilerini ve topluma yansımalarını yorumladım.

Babamın Çirkin Kadınları ise tamamen aykırı bir kitap. Babam Orta Anadolulu olduğu için bu kültürün yansımalarından nasiplendim. Kulağım çocukluğumdan itibaren bağlama sesine aşinaydı, babam bağlamasını çıkarıp ufak tefek türküler söylerdi, ilk duyduğum türkü Neşet Baba’dandı. Bu yüzden romanda da “Abdal” kültüründen de bahsettim. Yetişkinliğe ilerlerken Orta Anadolu’nun farklı renklerini keşfetmeye başladım, pavyon kültürü bölgede önemli bir faktör, ailelerin kaderini belirleyebilecek kadar önemli üstelik. Kafamda bir hikâye vardı, eğlence kültürüne dair araştırmalar okumaya, belgeseller izlemeye başladım. En son noktada Ankara’da orta sınıf bir pavyona gidip gözlem yaparak kurgumu pekiştirdim ve kaleme aldım. Toplum ahlakını kritik ettiğim, taşra-şehir ilişkilerini değerlendirdiğim, modern çağın iletişim biçimlerini ele aldığım bir roman ortaya çıktı. Argo sözlüğü okuyarak şekillendirdiğim bir dil kullandım, sokakların sesini dinleyerek direkt ve pervasızca eserin genel havasına yansıttım. Kitabımın bir iddiası ve söylemi var, herkesin kulak vermesini ve toplumsal yüzleşmeye cesaretle adım atmasını istiyorum. Kitabın sonuna küçük gizli bulmacalar koydum, keşfedenlerle çok eğleneceğiz.

Bahsettiğim eserler yanı sıra seçkilerde öykülerim yayınlandı, sevgili dostum Rıza Özal’la bir kitap kaleme aldık ki o da ilginç bir yolculuk oldu benim için. Fütürist/aksiyon türündeki Selma, Leiter ve Yeni Irk romanında da yine kaynaklar taradık, izledik ve yazdık. Bambaşka bir yolculuk oldu, aksiyon, bir yazarın kalemini zorlayıcı ve başka alanlara yönelmesini sağlayan bir türmüş onu öğrendim. Dövüş sanatlarıyla ilgili yazılar okumak, emniyet güçlerinden  onların eğitim sürecini konuşmak ve insan vücudunun zayıf bölgelerini öğrenmek de ilginçti benim için.

Büyüdüğünde ne olacaksın diye sorarlar, çocuklara…

O zamanlar siz, ne cevap verirdiniz bu soruya?

Ortaokuldayken rüyamda yazar olduğumu görüp heyecanlanmıştım, çünkü benim kahramanlarım yazarlardı. Bilim insanı olmak ya da avukatlık da ilgimi çekiyordu, ama kitapların büyüsünden kendimi çekip alamadığım için kendime iş seçmedim, hayatımın aşkı kitapların bir devamı olarak editör oldum. Yazarlık muhteşem bir serüven.

Kitaplarınızı yazarken, konularınızı nasıl seçiyorsunuz?

Kurgular, eserlerinizde genellikle belli midir?

Bu sorunun dolambaçsız ve doğru cevabı konuların beni seçtiği. Bazen bir konu gelir sizi bulur ve siz bir kukla gibi onun dediklerini yaparsınız. Kimileri buna ilham diyor, ben avcılık diyorum, konu beni avlıyor sonra ben onun avcısı oluyorum. Kurgu kendini açarken bilgiden bilgiye uçuyorum, herhangi bir yazı bile kaleme alsam ön araştırma yapmadan bilgisayarın başına geçmem. Detaylı araştırma her zaman gizli kapıları açar, ben de bu kapıların avcısıyım. Kurgunun genel yapısını oluşturduktan sonra yazmaya başlarım ama yan yollar her zaman belirir, yeni karakterler çok parlaksa mutlaka içeri girer. Ama kesin bir rota her zaman vardır, yoksa dağınıklık zihni ele geçirir ve kaosa yol açar. Her yazarın yol haritası cebindedir.

Ece Özbaş, sanatı ve sanatçıyı nasıl tanımlar?

Sanatın insan üzerindeki etki ve gücü hakkında neler söylemek istersiniz?

Sanat insan ruhunun en parlak yansıması bana göre. Mutlak iyi ve mutlak kötünün olmadığı, her karakterin özgürce kendi olarak dolaştığı bir alan. Sanatçılarsa, derin bir ruha sahip, özgür, bağımsız ve cesur karakterler bana göre. Sanatın her türü insanın kendisini büyük ve açık hissetmesini sağlıyor. Müzik ruhu farklı iklimlere sürüklüyor; edebiyat hayal gücü ve düşünceyi sistematize edip değişik bakış açılarına aynalık ediyor; resim gibi görsel sanatlar, fizikle ruhun birleşimini sağlıyor, görünenle görünmeyen alanı kaynaştırıyor; tiyatro ve sinema gibi dramatik sanatlar, hayal ve düşüncenin üç boyutlu olarak yansımasını sağlıyor.

Tüm sanat dalları insanın aşkınlığını keşfetmesi için önemli bir araç. Sanatsız bir toplum, adına “gerçek hayat” dedikleri rutinin kaosunda insanın ilkel benliğini beslediği bir güruh olabilir. İnsan ruhuyla birleştiğinde insandır ve sanat ruha ulaşmanın ve kaynaşmanın en saf ve estetik yoludur.

Yeni yazar adaylarına tavsiyeleriniz nelerdir?

Yeni yazar adaylarına tavsiyem okumaları, gözlem yapmaları ve bir eser kaleme alırken araştırma sürecini atlamamalarıdır. Yeni dönem yayın anlayışı maalesef eskisi kadar seçici değil, maalesef diyorum çünkü bu çağda insanlar okumadan ve araştırmadan yazabileceklerine inanıyorlar.

Yazarlar en iyi okurlardır, üstelik zorunluluk olarak da görmezler, ustalara aşk dolu bir saygıları vardır, zaten onların ışığı yazarlığa yönlendirmiştir. Her kelime üzerine düşünen yazarların naif ve evet tuhaf dünyası insanlara keşifler sunar. Yazmak istiyorsanız çok okumak ve cebinizde farklı kelimeler saklamak zorundasınız. Dünyaya herkes gibi bakıyorsanız, herkes gibinin kelimeye bürünmüş hali olursunuz. Yazar olmak istiyorsanız durmadan keşif yaptığınızın bilincinde yaşamalısınız. Yazarlık bir yaşam biçimidir, popüler olmak için birkaç cümleyi tren gibi sıralayıp kitap yazmak istiyorsanız, kitap sahibi olursunuz, ama eser sahibi olamazsınız. Eser sahipleri dünyayı ışıklarıyla aydınlatırlar.

Teşekkür ederim, sevgiler sunarım…

Bu harika sorular için ben teşekkür ederim.

Ece Özbaş kitaplarına buradan ulaşabilirsiniz. Ece Özbaş kimdir? – Kitapları, Özgeçmişi, İletişim bilgileri (kitapyurdu.com)

 

 

Ece Özbaş kimdir? – Kitapları, Özgeçmişi, İletişim bilgileri (kitapyurdu.com)

 

The following two tabs change content below.
Sanat Tasarım Fakültesi bölümü mezunu köşe yazarımız, özel bir vakıf üniversitesinde mentör eğitimci olarak görev yapmaktadır. Tarih alanında yüksek lisansını tamamlayan yazarımız, kültür sanat alanında farklı platformlarda, popüler düzeyde yayınlar hazırlamaktadır. "Mecmua İstanbul ve Cemiyet Sanat Dergi" genel yayın yönetmenidir.

Son Yazıları Tülay Çağlar Kadı (tüm yazıları)

BU SAYFAYI PAYLAŞ

.