Yasakların ve Devrimlerin Gölgesinde Osmanlı’dan Cumhuriyete Sanat  

Yasakların ve Devrimlerin Gölgesinde Osmanlı’dan Cumhuriyete Sanat

Vahap Aydoğan

 

 Toplumsal bir mühendislik, bir dizayn olarak sanat her dönemde ve her ülkede kullanışlı bir enstrüman olarak ister zorlama ister gönüllü olarak propaganda aracı olarak da kullanılmıştır.

Bunu söylememin nedeni asırlar içinde değişen dönüşen Selçuklu, Osmanlı  ve cumhuriyetin sanatsal açıdan kazanımlarını ve gelişimi hakkında neler yapıldığına farklı bir perspektifle sunmak istedim.

Selçuklulardan başlarsak sanatlarında özellikle geometrik süslemelere yer verilmiş, altıgen bantlar, yıldız ve iç içe geçme bezemeler geometrik kompozisyonu oluşturur. Ayrıca kumaş, halı ve kilim dokumacılığı, hat sanatı, tezhip ciltçilik, oymacılık ve kakmacılık ile maden işçiliğiyle de ilgilenmişlerdir…

Sanatın bir başka amacı ise Selçuklularda topluma hizmet etmek olan dinî, sosyal ve ticari nitelikte cami, imaret ve kervansaray gibi birçok mimari eserle toplumsal, sosyal bir amaç için uğraş vermişlerdir…

Bu yapıların her türlü giderleri vakıf topraklarının gelirlerinden ve vakfı yapan insanlar tarafından karşılanırdı. Kısacası sanat toplumsal sosyal bir araç olarak toplum yararı gözeterek o dönemde ilerlemiştir.

 

Osmanlı Devletinde sanat, daha çok padişah ve saray çevresinin yönlendirme ve beğenisine, iznine tabi olarak geliştiğini söylemek daha yerinde bir söylem olacaktır.

Çünkü figüratif çizimler, üç boyutlu çalışmalar sanat alanında yasakların ve devrim niteliğindeki kararların alacağı merci padişahın kendi takdiri idi.

Biraz da Osmanlı’da sanatın cumhuriyet dönemine kadar nasıl geliştiğine bakmakta fayda var.

Özellikle kimlik arayışı ve Osmanlı’da devlet otoritesinin zayıflamasıyla sanatta dahil olmak üzere batılılaşma, batıya yönelme gibi bir eğilim olduğu  gözlerden  kaçmamakta… 

Saltanatın ve  cumhuriyetin ilk yıllarına ve bugüne uzanan sanatın serüvenine bakıldığında otoritenin sanata yön verdiği saray ve padişahın istek ve arzularına göre şekillenen bir yapının varlığı gözlerden kaçmamakta…

O halde  Osmanlı’dan cumhuriyete, sanatta olan devrim ve yasakların seyrine bakmak elzem…

Osmanlılar, Selçuklulardan miras olarak minyatür sanatını devralmışlardır. Osmanlı’nın ilk yıllarında savaşların yoğunluğu ve fetih politikalarından dolayı sanata çok yer verilmemekte.

Ama  mimari, edebiyat, minyatür, musiki, tezhip, çinicilik, hattatlık,  cam, seyirlik oyunlar ve tiyatrolar Osmanlı’da iz bırakırken, Zanaat dalları ise; dokuma,  halı, cilt, maden ve ahşap işleridir. 16. yüzyıl ile birlikte lale,  gül, sümbül, bahar temaları, çiçek desenleri   Osmanlı sanatının ana teması olmuştur.

İlk Osmanlı minyatürlerini Fatih sultan Mehmet döneminde daha kapsamlı bir şekilde görmüş oluyoruz.

Sanatçıları saray bünyesinde teşkilatlandırarak zirveye çıkaran 2.Beyazit olmuştur.

Böylelikle Avrupa resim sanatında münyatürün etkisinden de bahsedilebilir bir duruma gelmiş oluyor.

17.Yüzyılın başlarında Lale devrinde sanat daha belirgin bir şekilde gün yüzüne çıkmaya başlar.

Mimari,Çini gibi uygulamaların yanı sıra duvar resimleri kullanılmaya başlıyor.

Türk resim sanatının batılı anlamda ilk resim sanatının temellerini 2.Selim döneminde görüyor ve Mühendishane-i Beri-i Hümâyun’da bu doğrultuda temelleri atılıyor.

2.Mahmut XIX. Yüzyılda portresini yapıp devlet dairelerine astırıyor.

1859’da açılan Mekteb-i Mülkiye,

1868’de açılan Galatasaray İdâdîsi (Lisesi)

1872’de açılan Darüşşafaka İdâdîsi’nda resim dersleri okutulmaya başlanıyor.Darüşşafaka’dan çok sayıda ressam yetişmiş oluyor.

Altını çizerek söylemekte de fayda var !

 

Figürsüz Türk resim sanatının gelişimini ressamlar padişaha sunarak dikkat çekmeye çalışmışlardır.

 

1800’lü yıllarda dahi padişahların beğenisi ile sanat bu şekilde ilerleme kaydetmeye devam etmiştir.

Sadece resim sanatında değil, edebi musiki ve mimari açıdan sanatlarını icra eden sanatçılar tamamen saraya bağlı ve sarayın bünyesinde çalışmalar yapmışlardır…

İstanbul’da ilk sergi 1863’te  açılmış olur. 1873’te ise gerçek anlamda Şeker Ali Ahmet Paşa tarafından daha kapsamlı bir sergi açılır.

Sultan Abdülaziz 1871 yılında heykeltıraş Fuller’e bir heykelini yaptırarak bir tabuyu daha yıkar.

1876 yılında II. Abdülhamit ile başlayan Meşrutiyet döneminde Sanayi-i Nefîse Mekteb-i Âli’sinin kurulması için, 1882 yılı başlarında Osman Hamdi Bey (1842-1910) görevlendirilir. Osman Hamdi Bey Paris’te resim öğrenimini gördükten sonra kendi binasını açarak resim ve heykeltraş eğitimine başlayarak öğrenci yetiştirmeye başlar.

Yasaklı olan ve Allah’a şirk olarak görünen figüratif resim anlayışı yerini her ne kadar Batılılaşma adı altında  yorumlanmaya çalışsa da, toplumun çok büyük bir kesiminde kabul görmemiştir.

Cumhuriyet’in kurucuları, yeni devletin temellerini çağdaş ve milli duygular üzerine inşa etmeye çalışmalarıdır.

Gözden kaçırmak istemediğim bir konu da Atatürk devrimleri ile hız kazanan sanat alanındaki yenilikler, Cumhuriyet’ten çok daha öncesine, XVIII. yüzyıla kadar geri gider.

Fakat yaklaşık iki asırlık bu yenileşme çabaları başlangıçta tüm topluma yayılmamış ve  etkilememiş, ancak Cumhuriyet inkılâplarıyla sonuçlanan süreçte topluma yayılabilmiştir.

Atatürk, kültür sanat alanında çok hızlı kararlar alarak   heykel resim , sahne sanatları güzel sanatlar mimari müzik gibi sanatın her dallarıyla ilgilenmiş, güzel sanatların, özellikle heykel gibi gelişmeyi etkileyen yasakları ortadan kaldırmıştır.

Güzel sanatlar Fakülteleri, Devlet Opera ve Balesi, 1932 dan başlayarak halk evleri aracılığıyla sanatı tüm ülke geneline yaymaya çalışmış, Müzeciliğin gelişmesi ile ilgili hızlı kararlar almıştır.

Bu alınan kararlar ve sanat açısından devrim niteliğinde yenilikler halkın tamamında kabul görmese de bugünün sanat anlayışının temellerini atmıştır. Ancak devrim dediğimiz kararlar bazen yasakları da beraberinde getirmiştir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında sanatta inanılmaz bir devrim olduğu şüphesiz.

Bu devrim gerçekten halkın arzuladığı istediği bir sanatsal bir devrim miydi?…

Tam olarak evet diyemem.

Çünkü entelektüel bir muhalefet ve ordu dışında sanatsal gelişmeleri talep eden bir grup bir zümre de yoktu o dönemde.

Cumhuriyetin kazanımları uygulamaları halkı çağdaş bir devlet anlayışına revize etmekte bile zorlamış, yerine göre zoraki uygulamalara da başvurulmuştur.

Cumhuriyetin ve yeniliğin devrimlerin halkta karşılık bulması adına sanatın her türlü alanını bir propaganda aracı olarak da kullanıldığını görüyoruz.

Cumhuriyet döneminde sanat gibi güçlü bir enstrümanın varlığını fark eden iktidarın isteğine uygun hareket ediyor;  lakin sanat çevresi ve sanatçılar, Batılı bir ülke gibi olmanın gereğine inanan entelektüel bir kesimden oluşuyor.

Batılılaşmayı ve Avrupa ile entegre olmayı hem otorite hem de sanatçılarında bir nevi arzusu olduğu gerçeğini de görmeliyiz.

Burada hem otorite hem de sanatçılar batının sanatına ve düşünce biçimine olumlu yaklaşmış, Batının sanatsal enstrümanlarını çalışmalarına dahil etmişlerdir.

Ancak cumhuriyetin ilk dönemlerinde dahi  figüratif çalışmalar yapan ressamların çoğu ancak güzel sanatların olduğu okullarda öğretmen olarak çalışabilmiştir.

Kendileri için tabanda  uygun ve anlaşılabilir bir zemin bulmadılar. Çünkü tabanda yeniliğe açık olmayan bir güruh tarafından engellerle karşı karşıya kalıyorlardı.

Özetle ister Saltanatın ister cumhuriyetin her döneminde otoritenin sanatı bir güç olarak da kullandığını görüyoruz.

Bugün de aradan yüzyılı aşkın bir yönetim şeklinin var olduğu bir ülkede dahi, sanatsal anlamda otoritenin gücü kimi zaman devrimlerle kimi zamanda yasaklarla yön değiştirdiğini görüyoruz.

Unutmayalım dünyanın en kanlı savaşları arasında bile ister ulusal marşlar, ister kabul gören resimler, ister mimari zenginlikler dönemin otoritesi olarak sanatı bir enstrüman bir propaganda olarak kullanmış ve kimine göre devrim niteliğindeki gelişmeler kimine göre yasaklı bir yön olarak  topluma sirayet etmiştir.

 

Sanat bu yüzden görece ve çok güçlü bir enstrüman.

Sağlıkla sanatla…

Vahap Aydoğan

 

 

 

 

 

 

 

 

The following two tabs change content below.
Vahap AYDOĞAN İlk ve orta öğrenimi Mardin yaptım. Diyarbakır Fatih Lisesinden mezun oldum. Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinden mezun olduktan sonra profesyonel olarak , Avrupa Avusturalya ve Amerika’ da sürreal biyografileri tuvale aktararak hem görsel hem de plastik sanatlar alanında eserler verdim. Türkiye’nin bir çok yerinde Karma ve kişisel sergiler açtım. Kültür sanat alanı ve birçok platformda farklı alanlarda yayınlar yapmaktayım. Son beş yıldır sadece kişiye özel tasarımlar yaparak eserelerimi dijital platformlarda @san_artt ismiyle yayınlıyorum… Özgün ve kendi ürettiğim biyografi temelli eserlerde insanın duygu dünyasını odak alan çalışmalar yaparak kişi ile tablo arasında bir köprü görevi görüyor, doğumun var olduğu her süreçte, ölümün de bir hakikat olduğu ve bu yolculukta insanların yaşamlarında topladığı anılarını, aşklarını, nefretlerini, acı hatıralarını ve aynı zamanda sevgiyi ve umudu da bir karede inşa etmeye devam ediyorum.
BU SAYFAYI PAYLAŞ

.