Çürümenin Estetiği

Çürümenin Estetiği

Sanat tarihi kendisinden sonraki nesillere, kendi kendisini var etmeyi başarmış insanları anlatmaktadır. Kendi kendisini gerçekleştirebilmenin bile oldukça zor olduğu yer yüzünde, bir sanatçının kendisini, sanatı ile gerçekleştirip, varoluşunu tamamlaması izleyiciyi çeken asıl şeydir. Gündelik yaşam içerisinde sıkışıp kalan insanoğlu, bu sıkışıklıktan kaçabilmeyi başaran insanlara hayranlık duyar. Eserler ise kimi zaman sıkışıklıktan nasıl kaçılabileceğini, kimi zamansa düğümün ne olduğunu göstermektedir.

Peki sanatçı bu cüretti kendisinde nasıl bulur?

Sanat tarihi bunun yanıtları ile doludur. Yaşamındaki düğüm, çarpık aile bağlarıysa sanatçı resimlerine bunun minik detaylarını ekler. Sevgilileri ise problemi onları geometrik şekillere böler. Kendisi ile bir varlık problemi olan sanatçının, yaratıcı güdüleri ile olan bir çatışmadır bu.

Kimi zaman yaşadığı ev, sokak, şehir hatta ülke büyük bir problemin içerisine sıkışıp kalmışsa, sanatçı kendi kendisini gerçekleştirmeyi nasıl başarabilir?

Sanat tarihi bunun yanıtını vermekten kaçınmaktadır. Eserlerde hep soylu birilerinin şanlı ölümlerine tanıklık etmemizi ister. Birileri ölüyorsa ya devrim için ya vatanı için ya da inancı için ölmektedir.

Sıradan insanların ölümüne sanat tarihinde pek yer yoktur. Ancak biri bu duruma son verecektir.

24 Şubat’ın olabilecek en talihsiz yıllarından biri şüphesiz 1942’dir. Eğer 1942 yılında dünyaya gelmek istiyorsanız seçeceğiniz en kötü yer, şüphesiz Polonya’dır. Dünyanın iki devi arasında sıkışıp kalan ve talihsizliğin peşini bırakmadığı bu coğrafya da dünyaya gelmişti Zdzislaw Beksinski. Karmaşık duygular içerisinde geçen ergenlik dönemi, daha karmaşık bir coğrafyaya rastlar. Krokow’da aldığı mimarlık eğitimi pek içine sinmemiş, heykel ve fotoğrafa yönelmiştir.

Hem Hitler Almanya’sının hemde Stalin Sovyetler ’inin yerle bir ettiği coğrafya da elinizde fotoğraf makinesi ile gezdiğinizi düşünün. Neyin fotoğrafını çekerdiniz ?

Henüz genç Beksinski, vahşetin ve savaşın ardında kalan yıkım içerisinde büyümüş bir çocuktu. Tepeden tırnağa savaşın izleri ile dolu bir kentin içerisinde, olabilecek en kötü görüntüleri fotoğraflamıştı zihninde. Tanıklık ettiği görüntüler şüphesiz ilerideki sanatının da temel taşları olacaktı. Deformasyona uğrayarak başkalaşıma uğrayan, eriyen, parçalanan ve artık tanınmaz hale gelen pek çok eşya ve nesne onun fotoğraflarının odak noktası olacaktır.

Kafası kopmuş bir oyuncak bebek, yağmalanmış bir dükkanda uzuvları kaybolmuş bir plastik manken, karamsar yaratıcılığını perçinleyecektir. Yıllandıkça grileşen dünya da daha estetik ne olabilirdi ki?

Zaman içerisinde grafik ve kaçınılmaz olarak resme yönelen sanatçı daha önce görülmemiş bir sanatın kapılarını aralayacaktır. 1970 yılından itibaren “Fantastik Seri” adını verdiği resim çalışmaları ülkesinin travmatik gerçekliğinin bir göstergesidir. Yahudilerin sistematik olarak imha edildiği, Birinci ve İkinci Dünya savaşlarının yıkıp geçtiği Polonya’da o kadar çok insan ölmüştür ki “Yeryüzünde Metafiziksel bir dünya oluşmuştur” demiştir Adorno.  “Auchwitz ’den sonra şiir yazmak barbarlıktır” diye de ekler.

Beksinski yada gerçeküstücü heykeltıraş Stanislav Szukalski’ye kadar Polonya çağdaş sanatın da karamsar bir gerçeküstücülük hakimdir. Ülkelerinin başına gelenler ağır bir melankoliyle harmanlanan düşler aleminin kapılarını aralamaktadır. Beksinski gibi sanatçılar bu alemin üreticileridir.

Kendi varoluşlarını, yok olan bir coğrafya üzerinden yükseltirler. Eğer toprağın altında tohumlardan çok, ölen insanların bedenleri ile doluysa sanatçı neylesin ?

Çürüyen bir çağda, çürümenin estetik bir yanını keşfetmiş olması tesadüf değildir. Doğrudan Holokost betimlemelerinden ziyade deforme olan beden görüntülerini, hayatın içerisine uyarlayarak yepyeni bir resim dili yakalamıştır.

Korkunç bir estetik güzelliktir bu. Eserlerindeki canlılar sanki öldüklerinin farkında değil gibidir. Zamanın yıkıcı etkisi yaşadıkları mekanlarla bir uyum içerisinde aynı hızda çürümektedir.

Bir zamanlar sevgileri, korkuları, hoşlandığı renkleri olan insanlardan geriye, yalnızca rakamlar kaldıysa, sanatçı bunun neresindedir ?

Beksinski yanıtı cehennemi andıran tasvirlerinde vermektedir. Bütünlüğü bozulan bedenlerin yarattığı yepyeni bir doku, sanatının temelini oluşturmaktadır.

Bir Hollywood karakteri olsaydı, böylesine karanlık eserler üreten birinin psikolojik sorunları olan bir ruh hastası olduğunu düşünürdük. Oysaki Beksinski son derece sevecen iyi bir aile babasıdır. Kendi varlığını sanatında gerçekleştiren, aldığı bir kamera ile gündelik rutinlerini çeken yitik bir Polonyalıdır.

Ne var ki 1998 de sevgili eşi Sofya’yı kanserden kaybetmesi ve sadece bir yıl sonra oğlu Thomasz’ın depresyona girerek intihar etmesi, hayatta tek başına kalmasına neden olmuştur. Eserleri özellikle Avrupa’da büyük bir yankı uyandırırken, kendisi yalnızlığın içerisinde hapsolmuştur.

Bir zamanlar ülkesinin başına gelenler, sanki onun başına gelmeye başlıyor gibidir. 2005 yılında evine temizliğe gelen gündelikçi kadının oğlu, daha önce pek çok defa yaptığı gibi Beksinski ’den para istemiştir. Bu sefer istediğini alamayınca, sakladığı bıçağını sanatçıya saplamış ve yaşamına son vermiştir.

Beksinski eserlerindeki karakterlerle aynı kaderi paylaşırken, daha önce kimsenin cesaret edemediği bir noktayı işaret etmiştir.

Ardında yüzlerce eser ve çürümenin de estetik bir yanı olabileceğini gösteren yeni bir bakış açısı bırakmıştır. Bu açı Dark Sürrealizm’dir.

                                                                                              Ağıt Uğur ULUDAĞ

                                                                                                          20/10/2021

 

The following two tabs change content below.
22 Temmuz 1989 Osmaniye doğumlu. 2004 yılında Mersin Nevid Kodallı Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi Resim Bölümünde, sanat eğitimine başladı. 2008 yılında başarı ile mezun olduktan sonra, aynı yıl Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümünü kazanarak akademik eğitime başladı. Fakülteden 2013 yılında Bölüm Birincisi olarak mezun oldu. Akademik eğitim süresince çeşitli resim sergilerine katılmaya başladı. 2017 yılında Osman Gazi Üniversitesi Sanat Tasarım Fakültesi Resim Anasanat Dalı’nda Tezli Yüksek Lisans eğitimine başladı. 2021 yılında mezun oldu. Akademik eğitimden günümüze kadar yetmişten fazla sergiye, pek çok uluslararası çalıştay ve fuara katılmış ve 4 kişisel sergi açmıştır. Sanatçı Eskişehir’de atölyesinde üretimlerine devam etmektedir. Ağıt Uğur ULUDAĞ

Son Yazıları Ağıt Uğur Uludağ (tüm yazıları)

BU SAYFAYI PAYLAŞ

.