DÜŞÜNCE GELENEĞİ
İslam coğrafyasında, felsefe, sanat ve hümanizm kavramları iyi tanımlanıp itibar görür hale gelmediği sürece bireysel özgür düşüncenin akıbeti parlak gözükmemektedir.
Problemin kökeninde eğitim anlayışı yatmaktadır. Bu ise düşünce geleneği ile yakından ilgilidir. Maalesef Ortadoğuda sınır tanımayan, evrensel bilgi üretimi esasına dayanması gereken ve itikadî endişeden münezzeh eğitim anlayışının, teolojik temelli medreselerin üzerine çıkamadığı gerçeğini kabul etmek durumundayız. Öyle ki, monoteistik dinlerin sonuncusu olan İslam Dininin kurumsal yapısından kaynaklanan bu durum, İslam Coğrafyasındaki düşünce geleneğinin teşekkülü esnasında, düşünce geleneği içerisinde “tev’il” kavramını öne çıkaran, Neoplatonizmden mülhem “İşraki ve Sufi” öğretilerde bile kısıtlayıcı etkisini her zaman göstermiştir.
Bu nedenle İslam düşüncesinde, ortodoks İslam ve onun mümessilleri olan ulema ve fâkih sınıfı, antik Yunan felsefesinden önemli ölçüde etkilenerek evrilmiş olan sufi ve Melami gelenekle hep çatışma halinde olmuştur. Türklerin bu çatışma sürecindeki Horasan ve Maveraünnehir’de ki “geometrik konumları”, Kûfe ve Basra geleneğini şekillendiren Arap ve Fars anlayışından hayli farklı bir noktada gerçekleşmiştir. Arap İslam gücünün Horasan ve Maveraünnehr bölgesine yayılması süreci, vergilendirme ve ortodoks Arap din anlayışına reaksiyoner kurumlar olarak sufi düşünceyi yücelterek özellikle Tasavvuf kavramını ve onun düşünsel-sistemsel-ritüelik pratiğinin yaratıldığı “kurumsal tarikat” yapılarını oluşturmuştur. Bir anlamda konformist olarak da değerlendirilebilecek bu yapıların, temelde Arap İslam yayılmacılığı ve onun şiddet, vergi ve ganimete dayalı baskısından bunalan sınır bölgesi olan bu sahaların merkezle entegresyonunu “sureta İslam kimliği” adı altında kendi sosyokültürel kimliğini özgün bir “gnostik ritüelik” temelde koruma refleksi ile oluşmuş yapılar olduğu söylenebilir.
Diğer taraftan, Tasavvuf düşüncesi ve onun kurumsal yapılarına karşı gelişen reaksiyoner düşünce hareketleri ise kimi mutasavvıflar tarafından da salt bir “meşrep” olarak nitelendirilen Melami düşüncesi ile yüceltilerek kendine özgü bir anlayış ve yaşayış tarzı haline gelmiştir. Bu tarz bir anlayış ise konformizm yoluna sapmamıştır. Bu durum özellikle XIII.yüzyıldan itibaren Küçük Asya’da belirgin olarak yeni sufi akımların teşekkülüne de zemin hazırlamıştır. Bu akımlar içerisinde yeşeren tev’il ağırlıklı düşünce sistemi bile mutlak olarak İslam’ın kutsal kitabı Kur’an ile uyumlu olmak kaygısını gütmek zorunda bırakılsa da, bu yolun mensupları şeriat mahkemelerince yargılanmaktan kurtulamamışlardır.
Sonuç olarak zaman ilerlemekte dünyadaki sorunlar gittikçe büyümekte iken çatışma konusu olabilecek şiddet barındıran ve ötekileştirici bir düşünce anlayışının hiç bir topluma ne doğuda ne batıda yararı olmadığı ortadadır. Başka yaşanabilecek bir gezegen de olmadığına göre, doğuda ve batıda kibiri ve lüks tüketimi teşvik eden anlayış bir an evvel terkedilmeli insanlığımızın farkına varmamızı sağlayan çağdaş bir anlayış yaratmalıyız.
Saygılarımla
Dr.M.C.YAĞMURDUR
Son Yazıları Prof.Dr. Mahmut Can Yağmurdur (tüm yazıları)
- DÜŞÜNCE GELENEĞİ - Ağustos 14, 2023
- M.C. Yağmurdur - Temmuz 10, 2023
- YENİ YÜZYIL - Haziran 7, 2023