EĞİTİME DAİR KISA BİR AÇILAMA

Bir toplum için en önemli yaşamsal sorun eğitim ve öğrenimdir. Bunun için de her devlet bunu “eğitim felsefesi” üzerine kurmak zorundadır.

Geri kalmış ülkelerde, sadece ticarî değişim ve aracılık hizmetlerini esas alan toplumlarda eğitilebilirlik değil, kısıtlı öğrenmeye dayalı şartlanma özellikli belirli bir felsefeye dayanmayan eğitim uygulamasının, kapitalist emperyalizm tarafından en az 250 yıldır dayatılmakta olması dikkati çekmektedir. Bunu yaparken daima toplumsal zaaflardan istifade edildiği de bir gerçektir. Bilim ve bilimsel düşüncenin ilkelerini özümsemeyen toplumlar dogmatizmin ana ilke olduğu itikâdî endişe ve onun ikonik hale gelmiş hatta kültleşmiş figürlerini terkedemez.

Bir anlamda neden sonuç ilişkisini arayışta özdeşimsellik için bu gereklidir. Özdeşimsellik rasyonel akla değil irrasyonel gerçekliğe dayanır. İrrasyonel gerçeklik de insanın zihinsel evriminin bir parçasıdır. Bu durumdaki insanlardan müteşekkil toplumlara “hipotetik ya da non-hipotetik deneysel rasyonalizmi” yerleştirmek için temel eğitim sürecini çok iyi kurgulamak şarttır. En az üç kuşağın da bu şekilde eğitilmesi zorunludur.

Eğitim felsefesinin çağdaş ve modern devlet yapısında vatandaşlar için laik amlayışla kurgulanması şarttır. Yüzyıllar boyunca eğitim kurumlarının himaye eden ve edilen arasındaki simbiyotik ilişkinin yönlendirdiği, çıkar eksenli bir itikadî modele dayandığı sancılı bir coğrafyanın cumhuriyet ilkelerini özümsemiş çocuklarıyız. Bilim tarihini dikkatle tetkik ettiğimizde özellikle ortadoğuda irrasyonel gerçekliğin yaklaşık iki milenyum boyunca nasıl zihinleri cendere içine aldığı ortaya çıkar. Çok basit bir örnek vermek isterim, özellikle İslam dünyasında IX. ve X yy’larda antikiteye ait tercüme hareketlerinin etkisi bile bilimsel düşünceyi itikadî endişeden kurtaramadığı için profan/lâ dinî/din dışı alanda yeterli merhaleyi kat edememiştir. İtikâdî endişe ise, ritüelik birlik bağlamına indirgenmiş, insanları bu ritüelik birliğin cazibesi, hangi kavramları özümsemek ve nihaî amacın ne olduğu konusunu idrâk etmekten alıkoymuştur. Bu kısır döngüler içerisinde, bilgiye ulaşmanın yolu mu yoksa bilginin bizzat kendisinin mi önemli olduğu hep dikkatten kaçmış kısa vadeli dolaylı edimler ve bilgiyi getiren/nakleden subje ön plana alınagelmiştir.

İşte, XIX.YY a geldiğimizde bile Avrupada Rönesans etkilerine ve değişen üretim-tüketim dengelerine rağmen, İslam Coğrafyası’nda, “haşiyye-talika-şerh” yöntemlerinin ötesine geçmemiş naklî bilgi hep kutsanmıştır. Ulu Önder Atatürk, bu arızaları doğru saptadığı için, Selim III (bu dönemde Türk Tarihi açısından patrie/yurtseverlik ve maarif kavramlarının bahislerinin ilk defa geçmesi dikkate değer bir gelişmedir) döneminden beri akim kalan hususlar üzerinde yoğunlaşarak, ciddi ve köklü bir eğitim devriminin gerekliliğini azimle ifade etmeye çalışmıştır. Bu nedenle, cephede yedi düvele karşı savaşırken bile “Millî Eğitim Şurası” toplama kararı vermiştir.
Kutsanmış cehalet ve abartılmış itikadî kanaat, batı uygarlığının ağırlıklı olarak bakmakta ısrarlı olduğu püritenist gözlükle teşvik ettiği, kitleler tarafından yanlış anlaşılmış bir tevekkül maalesef üretim ekonomisi üzerinde ciddi bir engel teşkil etmiştir. Öte yandan politika mı, siyaset mi? ikileminin yarattığı kavram kargaşası içinde toplumsal enerjimiz ve geleceğimiz öğütülmeye devam etmektedir.

Niccolo Machiavelli’nin ifade ettiği konu; “politikacı neyin ahlakî neyin ahlakî olup olmadığı ile değil neyin doğru neyin yanlış olduğu” konusuna yoğunlaşır. Buna göre, oriental pragmatik, ama itikadın ön planda olduğu heterojen ve duygusal toplumlara bu politika şablonunu uygulamak ve “siyaset” diye tanımlamak tartışmalı bir konudur. Çünkü, bu gibi çelişkili durumlarda da monarşi-oligarşi-tirani-demokrasi-kleptokrasi döngüsü kaçınılmaz olabilir.

Heterojenite ve genetik çeşitlilik, yaşadığımız bu güzel yurdumuzun en önemli tarihsel mirası olup, bizlere eşsiz bir kültürel zenginlik sunmaktadır. Bu yüzden eğitim başta olmak üzere bir çok alanda yararlanabileceğimiz felsefi edimlerden yararlanacak stratejiler geliştirmek bu topraklara olan tarihsel yükümlülüğümüzdür..

Saygılarımla

Dr.M.C.YAĞMURDUR

 

The following two tabs change content below.
Prof.Dr.Mahmut Can YAĞMURDUR 03.08.1967 Tarsus Doğumludur. İlk ve orta öğrenimini Mersin’de yapmıştır. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 1991 yılında mezun oldu. Aynı üniversitenin Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı’ndan 1996 yılında Genel Cerrahi uzmanlığını aldı. Özel sektör ve Sağlık bakanlığına bağlı eğitim araştırma hastanelerinde çalıştı. 2006 Yılında Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı’nda Genel Cerrahi doçenti oldu. 2011 yılında Cerrahi Onkoloji uzmanı oldu. 2015 yılında Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesinde profesör ünvanını aldı. Bu üniversitede genel cerrahi anabilim başkanlığı başkanlığı ve cerrahi tıp bilimleri bölüm başkanlığı yaptı. Halen Ankara’da serbest hekim olarak aktif cerrahi yaşantısına devam etmekte başta onkoplastik meme kanseri cerrahi tedavisi olmak üzere çalışmalarını sürdürmektedir. Uluslararası indekslerde taralı dergilerde basılmış 50 nin üzerinde yurtdışı yayın ve iki yüzün üzerinde yabancı ve  yerli yayın ve tebliğler ile kitap bölümü yazarlığı da mevcuttur. Bu yayınlar uluslararası dergilerde 1000’in üzerinde atıf almıştır. En çok referans gösterilen ilk 6000 akademisyen içerisinde yer almaktadır. Klasik Türk Musikisi ile ilgilenmekte klasik makamlarda beste çalışmalarını sürdürmektedir. Halen Mevlana Kültür  ve Sanat Vakfı yönetim kurulu üyesidir. “Healt World News” sitesinin düzenli yazarları arasındadır. Evli ve 1 kız çocuk babasıdır. İyi derecede İngilizce bilmektedir

Son Yazıları Prof.Dr. Mahmut Can Yağmurdur (tüm yazıları)

BU SAYFAYI PAYLAŞ

.