El Greco’nun Figür Anlayışının Resim Sanatı İçin Önemi – Doçent Dr. Abidin Müslüm BAYSAL

El Greco’nun Figür Anlayışının Resim Sanatı İçin Önemi

Doçent Dr. Abidin Müslüm BAYSAL

Bu yazımda; Resim sanatının tarihsel gelişimi açısından düşünüldüğün de çok önemli bir evreyi temsil eden Maniyerist Dönemin, ismi en çok bilinen ressamı olan El Greco’nun figür anlayışını, tüm yönleriyle incelenmeye çalıştım.

Maniyerist Dönem, resim sanatın da insan figürünün ele alınış ve yorumlanış şekliyle, başka bir boyut içerisin de gösterildiği bir dönem olmuştur. İnsan figürü çiziminde yaşanan bu değişikliklerin en belirgin örneklerini, Girit asıllı olan İspanyol Sanatçı El Greco’nun çalışmalarında görmekteyiz. El Greco’nun, insan figürünü, resimsel açıdan yorumlayış biçimi ve yapıtların da ortaya çıkan yeni insan tipolojisi, onu yaratan başta dinsel konular ve içsel motivasyonlar olmak üzere tüm yönleriyle incelenmeli ve üzerinde düşünülmelidir. Çünkü sanatçı, sadece yaşadığı çağa tanıklık etmemektedir aynı zamanda gelmekte olan geleceğe de bir perspektif kazandırmaktadır. El Greco’nun yapıtları bu açıdan değerlendirildiğinde, görülmüştür ki eserleri, kendisinin yaşadığı çağdan sonraki çağlarda yaşamış sanatçı üsluplarını ve modern sanat akımlarını önemli ölçüde etkilemiş ve onlar üzerinde önemli izler bırakmayı başarmıştır.

Resim sanatının, kendi tarihi boyunca en temel konularından biri, İnsan figürü olmuştur. İlk uygarlıkların ortaya çıkmaya başladığı 5000 yıl öncesinden beri, insan figürü, sembolik bir anlam barındıracak şekilde, sitilize edilerek veya şematikleştirilerek görselleştirilmiştir.

Rönesans’a kadar insan figürü çizimleri, toplumsal hiyerarşiyi, yönetici sınıfları ve kutsal kabul edilen dinsel konuları, sembolik olarak anlatmanın biçimsel ifadesi olarak kullanılmıştır. Rönesans ile birlikte salt insanın kendisi de tek başına resim sanatının konusu haline gelmiştir. İnsan figürü resimlemesinde ortaya çıkan bu yeni durum, resim sanatında, sanatçı üsluplarının doğuşuna neden olmuştur. Artık insan figürü imgelemi, sembolik olandan, gerçek olanın gerçekçi temsiline dönüşmüştür. Rönesans’ın ortaya çıkışı ve gelişimiyle yaşanan, devrim niteliğinde ki bu gelişmeler sonucunda, insan figürünün idealize edilerek anıtsallaştırdığı bir biçim anlayışı resim sanatında hakim olmuştur.

Maniyerizm olarak adlandırılan ve Rönesans ile Barok Dönem arasında, yaşanan yaklaşık 60 yıllık geçiş sürecinde, ortaya çıkan yeni anlayışa göre; artık sanatçılar, insan figürünü, gerçekliğin bire bir temsiliyeti olarak imgelemek istememişlerdir. Bu dönem ressamları, insanı, mistik konuların içinde ve mistik bir atmosferde, doğaüstü bir varlık olarak resmetmişlerdir. Bunu yaparken de, insan figürü oranlarında, oynamışlar ve başları küçültürken boyları uzatmışlar. Böylece yeni bir insan tipolojisi yaratmışlardır. İnsan figürü biçimlemesinde ortaya çıkan, bu dışavurumcu olarak adlandırabileceğimiz biçim anlayışı, 20.yüzyılın başından itibaren ortaya çıkmaya başlayan tüm figüratif resim anlayışlarını etkilemiştir.

Modern resim sanatında ki, figür anlayışını, bu derece güçlü etkileyebilecek, eserler üretmiş olan ressam da, Maniyerist Dönemin ünlü ismi El Greco olmuştur. El Greco’nun, figürlerinde gerçekleştirmiş olduğu deformasyonlar sonucu ortaya çıkan yeni figür biçemi, onu sanat tarihi açısından ölümsüzleştirmiştir. Dolayısıyla El Greco ve onun figür anlayışının, resim sanatı için önemi her dönem geçerliliğini korumuştur.

Bu yazıda, bütünlüklü bir değerlendirme yapabilmek için, El Greco’nun sanatçı kişiliğini tüm yönleriyle ele almaya çalıştım. Sanatçının kendi üslupsal gelişimini doğuran, siyasi, sosyal, dinsel, bilimsel gelişmeleri, Rönesans Dönemi ile birlikte düşündüm. Böylece El Greco’yu etkileyen ve onun sanatını şekillendiren temel etmenlere netlik kazandırılmaya çalıştım. Yazımın sonunda ise Maniyerist anlayışla yaptığı çok figürlü resim kompozisyonlarını yorumlayarak, sanat tarihi açısından önemini göstermek istedim.

El Greco, Üslupçuluk olarak da anılan ve yaklaşık olarak 1520 ile 1580 arasında yaşanmış olan Maniyerist Dönemin, en önemli isimlerinden biridir. Sanatçının figür çizimlerinde uygulamış olduğu deformasyonlar, başta Picasso olmak 20.yüzyılın diğer bütün avangart figür ressamlarını etkilemiştir. El Greco’nu sanatını tam olarak anlayabilmek için, Rönesans döneminde yaşananları kısacada olsa değerlendirmek gerekmektedir.

Rönesans, Dünya Sanat tarihi açısından düşünüldüğünde, sanatın gelişimi bakımından, tarihin tekerleğinin bir daha geriye dönüşünün mümkün olmadığı bir noktaya işaret eder. İnsan odaklı bir kültürel çağın inşa edilmeye başlandığı Rönesans’la birlikte yeni bir toplumsal şekilleniş hayat bulmuştur. Aklın rehberliğinde ve önderliğinde gelişen toplumsal değişim, bin yıla yakın süren kilise egemenliğine karşı önemli mevziler kazanmıştır. Antik Yunan’ının demokratik kültürel mirası ile Roma İmparatorluğunun Cumhuriyetçi kültürel mirası, yeniden doğuş olarak tanımlanan bu yeni sürecin özünü oluşturmuştur. Rönesans’la birlikte, başta Aristo olmak üzere, Antik Yunanın diğer filozoflarının doğaya ve varoluşa dair görüşleri yeniden konuşulmaya başlanmıştır. Bu tartışmalar neticesinde insanlar, yüzlerini doğaya çevirmeye başlamışlar ve onu akılla kavramak istemişlerdir. Ressamlar, eserlerinde espaslarla birlikte, doğa betimlemeleri kullanmaya başlamışlardır.  Resimlerinde, dünyevilik yani gerçeklik etkisini tam olarak yansıtmak için perspektif kurallarını uygulamaya başlamışlardır. Resimsel kompozisyonlarını geometrik ilkeler üzerinden gerçekleştirmişler ve ilk defa “altın oran” kuralına uygun tablolar yapmışlardır. Rönesans ile birlikte dini konular, ressamların temel konusu olmaktan çıkmış, figür ve portre resimlemesi daha yaygın hale gelmiştir.

“Ressamlar modeli bireysel bir karakter olarak betimlemek için ellerinden geleni yapıyordu ama bu tip profil, kişinin ruhunu tüm psikolojik boyutlarıyla ortaya koyan canlı bir tasvir için hiç de uygun değildi; antik para ve madalyonlarda görülen hükümdar portrelerini hatırlatmaktadır. Rönesans ressamlarının antik eserlerle, onlardan esinlenecek kadar ilgilendikleri bilinmektedir. 15. yüzyılın ikinci yarısında ise, modelin daha açık karakterize edilmesini sağlayan ”dörtte üç profil” tercih edilir olmuştur.”(1) Rönesans ile birlikte Resim sanatında bu gelişmeler yaşanırken, Amerika’nın keşfi ile birlikte yaşanan diğer keşifler, ticareti arttırmıştır. Ortaya çıkan ekonomik gelişmeler, tüccar sınıfının zenginliğinin arttırmış ve onları hızla burjuvalaştırmıştır. Yaşanan bu gelişmeler ile birlikte, İtalya Coğrafyasında ki kent devletleri güçlenmiş ve kendi aralarında kıyasıya rekabet etmişlerdir. Aralarında ki rekabet, plastik sanatların gelişimine de önemli ölçüde etkilemiştir. Varlıklı sınıflar içinden çıkan ve Mesenler olarak anılan bir gurup insan, dönemin bilim insanlarını ve sanatçıları desteklemiştir. Çünkü, onların, bilim insanlarını ve sanatçıları desteklemiş olmaları, kendi varlıklarına, sosyal saygınlık açısından prestij katmıştır. Ayrıca aralarında ki rekabet, güzel sanatların gelişimine dinamik bir ivme kazandırmış ve insan odaklı hümanist bir felsefenin gelişimine önemli katkılar sağlamıştır.

“Bu ‘insancılık’ (hümanizma) akımının belli merkezlerinde yer alan sanat atölyelerinde, sadece el becerisine ve klişeleşmiş kompozisyon motiflerine dayalı bir uygulama yerine, insanı merkez alan; insanın sanatsal ve entelektüel yaşamını oluşturan temel dinamiklerin özümlenmesine yönelik bilimsel uygulamalara geçildi. Daha da ileri gidilerek insan bedeninin devinimsel mekaniğine yönelik anatomi bilgisiyle bilimsel perspektif gibi konular bu müfredat programının temel öğelerini oluşturdu. Artık amaç, gerçekliğin optik yanılsaması değil, devinim içinde olan bir gerçekliği ele geçirmekti. Öyle görünüyor ki bu olgu, yüzyıllar boyu süren Rönesans düşüncesi ve sanatında ve özellikle onun, Akdeniz idealizmine alternatif oluşturan Kuzey Avrupa versiyonlarında baskın bir anlatım, söylem ve biçem (tarz) ortaya koydu.”(2)

Sanatsal ve bilimsel gelişmelerin bir sonucu olarak, nesnel aklın, düşünce ve inanç dünyasında hakim olmaya başlaması, kör inançları ve hurafeleri dolayısıyla kilisenin otoritesini sarsmaya başlamıştır. Haçlı Seferleri sonrası ele geçirilen Kudüs’ün daha sonra kaybedilmesi ve veba salgınının yarattığı korkunç olaylar, Katolik Kilisesinin prestijine önemli ölçüde zarar vermiştir. Kiliseye karşı, hızlıca yaşanan toplumsal gelişmelerin önemli bir nedeni de matbaanın bulunmuş olmasıdır. Matbaanın bulunmasıyla birlikte, Avrupa genelinde, okuryazarlık oranı önemli ölçüde artmış ve Latince bilmeyen farklı uluslar, kutsal kitabı kendi dillerinde okumaya başlamışlardır. Böylece daha çok sayıda insan, kutsal kitaplarını okuma şansını erişmiş ve kilisenin politikalarını sorgulamaya başlamıştır.

Avrupa toplumlarında yaşanan aydınlanma, Katolik Kilisesinin otoritesini önemli ölçüde sarsmıştır. Yaşanan sosyal gelişmeler sonrasında, Martin Luther’in 1517 yılında 95 maddelik bildirisini ilan etmesiyle birlikte, Protestanlık inancı doğmuştur. Hristiyanlık içinde yaşanan bu mezhepsel bölünme, toplumların birbirleriyle acımazsızca savaşmasına neden olmuştur. 1527 yılında Vatikan’ın yağmalanması gibi olayalar bir otorite boşluğuna neden olmuş ve Avrupa’da kaotik bir süreç başlamıştır.

Böylece “Kapitalizmin zaferiyle doruk noktasına ulaşacak şekilde, burjuvaca ilişkilerin, feodal toplumun ana bağrında ortaya çıkıp oluşması, sanat türleri arasındaki ilinti ve karşılıklı etkileşmelerde değişimlere yol açmıştır. Daha Rönesans’ta, bu sürecin hangi doğrultuda gelişeceği belli olmakla birlikte, ancak onu izleyen iki, üç yüzyıl içinde bu süreç tam olarak ortaya çıkmıştır.” (3)

Eskinin artık geride kaldığı ve yeninin sürekli bir devinim içinde olduğu bu geçiş çağı, dönemin sanatçılarını da yoğun bir şekilde etkilemiştir. Burjuvazinin, kilise ve aristokrasi karşısında güç kaybetmiş olması sonrası, kilisenin tüm toplumsal hayatta yeniden güçlendiği bir dönem başlamıştır. Çok güçlü inanç değerlerine sahip olan bazı sanatçılar, dinsel tartışmalara dayalı yaşanan bu kaotik ortamdan etkilenmişlerdir. Dünyevileşmeye ve onun resim sanatında ortaya çıkardığı akla ve belli bir matematikselliğe dayalı anlayışına karşı yeni bir biçem arayışı içine girmişlerdir. Bu dönemin sanatçıları, ayrıca Yüksek Rönesans sanatçıları olarak da anılan Leonardo, Michelangelo ve Raffaello tarafından nerdeyse mükemmel hale getirilmiş olan plastik ifadeyi, daha ileri bir noktaya taşıyamayacaklarını düşünmüşlerdir. Rönesans’ın mükemmeliyetçi ve klasik biçim anlayışına karşı savaş açmışlardır. Ruhun kurtuluşu için, yeniden Tanrı’ya yakınlaşmanın gerekliliğinden yola çıkan dönem sanatçıları, kutsal olanın öne çıkacağı ve plastik imgelemin tümüne hakim olabilecek bir biçem anlayışı yaratmaya çalışmışlardır. Ve böylece “Üslupçuluk” olarak da anılan Maniyerist sanat ortaya çıkmıştır.

“Bu aşama, sosyal, politik ve dinsel karışıklığa bir tepkidir. Dönemin sanatı, şiddetli, heyecanlı ve genellikle karabasan sahneleri ile Yüksek Rönesans’ın uyumundan çok uzaklaşıldığını gösterir.”(4)

Gelinen yeni resimsel anlayışta, “Maniyeristler Klasik Güzellik modellerini taklit eder görünürken dönemin kurallarını yıktı. Klasik Güzellik artık içi boş, ruhsuz görülüyordu. Maniyeristler bunun karşısına, boşluktan kaçınmak uğruna fantastiğe kaçan bir ruhsallık çıkardılar. Bu sanatçıların figürleri, mantık ürünü olmayan bir uzayda hareket ediyor, düşsel ya da çağdaş deyimle ‘gerçeküstü’ olarak değerlendirilebilecek bir boyut yaratıyordu.”(5)

“Rönesans sonrası Maniyerizm’le beraber Rönesans’ın doğa gözlemine dayalı araştırmalar figürlerden başlamıştır. Sağlam anatomik bilginin, orantının yerine orantısızlık önem kazanmıştır. Vücut uzuvlarının oranları değişmiş, baş boya oranla küçülmüştür. Bu dönem insan, elleri, kolları, tüm bedeni ile olağanüstü bir yaratığa dönüşmüştür. Maniyerizm bilinen figür formlarını bozmadan yenilik olmayacağının sanatçılar tarafından anlaşılan önemli bir dönemidir.”(6)

Maniyerist Dönem Resim Sanatının, El Greco (1541-1614) dışında öne çıkmış diğer önemli isimleri ise, daha çok “Uzun Boyunlu Meryem” tablosuyla bilinen ve Micehalangelo ve Raffaello hayranı olan Permigianino (1503-1540) ile daha çok “Aziz Markus’un Cesedinin Keşfi” tablosuyla bilinen Jacobo Tintoretto (1518-1594) ve daha çok “Ziyaret” isimli tablosuyla bilinen Jacopo da Pontormo’dur (1494-1557).

Bu isimlerin içinde, sanat tarihi açısından en çok öne çıkan ise El Greco’dur. “Yunan kökenli Domenico Theotopcopuli (1574-1614), ‘Yunan’ anlamına gelen El Greco adıyla tanınan İspanyol ressam, Girit’te doğmuştur. Venedik’e geçerek Tiziano’nun atölyesinde öğrenim görmüş, ışık ve renk bilgisini geliştirmiştir. Buradan Roma’ya geçerek Michelangelo’nun figürlerinin anıtsal idealinden etkilenmiş, geleneksel form anlayışının şekil değiştirerek üslupçu bir anlayışa dönüştüğü maniyerizmle tanışmıştır.” (7)

Sanat eğitimi almadan önce doğup büyüdüğü Girit’te, Bizans İkonografi Sanatı üzerine eğitim almış olan ve burada öğrendiklerini İtalya‘da öğrendikleriyle sentezleyen “El Greco, sanatı ve kişiliği yönünden, sanata tarihinin kuşkusuz en ‘ayrıksı’, en “sıra dışı” isimlerinden biridir. Katolik düşünce ile karışmış olan İslam düşüncesinden kimi elemanları kendi bünyesinde bir araya getiren ve Helen soyundan gelen biridir”(8)

Güçlü bir dini inanca sahip olan sanatçının, Roma günlerinden sonra gelmiş olduğu, kasvetli bir havaya sahip olan İspanyol Kenti Toledo, o dönem, Ortaçağın Katolik doğmalarının hakim olduğu ve dini açıdan yoğun bir atmosfer içinde yaşamakta olan bir şehirdir. Ayrıca şehrin bulunduğu coğrafya ve bu bölgeye hakim olan iklimin yarattığı gizemli ve mistik atmosfer, sanatçının imgeleminde, Tanrıya yaklaşma arzusunu daha güçlü yansıtmak isteyeceği bir simgesel figür anlayışı yaratmıştır. Bu yeni figür anlayışının doğuşunda, Tintoretto’nun, eserlerinde, resimlemiş olduğu insan figürleri üzerinde, onların boylarını oldukça abartılı sayılabilecek şekilde uzatarak uygulamış olduğu figür deformasyonlarının, önemli ölçüde etkili olduğu bilinmektedir. Ayrıca 1506 yılında Roma’da bulunmuş olan, bir Helenistik Dönem şaheseri olan Laokoon ve Oğulları heykeli de, El Greco’nun figür imgeleminin şekillenişinde önemli bir paya sahiptir. Sanatçı daha sonra, 1601-1625 yılları arası bir dönemde, bu heykelden esinlenerek “Laokoon ve Oğulları” isimli bir tablo yapmıştır.

“Venedik resminde kısmi ışık prensibinin uygulanışı, ışık ve rengin kompozisyon içindeki plastik değerini genişletmiştir. El Greco’yu atölyesinde öğrenim gördüğü Tizziano’yla karşılaştırdığımızda ışığın, yüzey üzerindeki titreşimi aynı etkiyi oluşturur. Ancak Tiziano’da olduğu gibi figürün kütlesel varlığına bağlı kalmaz, kutsal ruha ulaşmak için “insan bedenleri uzar, tensel ağırlığını yitirir, zaman zaman tablonun yüzeyini aydınlatan birer ışık yalazına dönüşür.”(9)

Rönesans resim sanatında hakim olan, sadece kütlenin formunu göstermek için kullanılan dinamik olmayan durağan çizgi anlayışı, El Greco ile birlikte terkedilmiştir. Özellikle insan figürü çizimlerinde uygulamış olduğu deformasyonlar oldukça etkileyicidir. İnsan bedeni üzerinde gerçekleştirmiş olduğu dinamik ifadeler, ruhun içsel arzularının vücut bulması için yapılmış gibi gözükmektedir. Sanatçı İnsan figürünü, gerçekliğin temsilinin ötesinden daha çok, ruhsal olanın sembolik ifadelerinin hayat bulduğu yeni bir imgeye dönüştürmeyi başarmıştır. Sanatçı içsel olarak sahip olduğu bu yöndeki yoğunlaşmayı, eserlerine oldukça başarılı bir şekilde yansıtmayı başarmıştır. Sanatçının, kendi figür anlayışını ve ruh halini yansıttığı en önemli resimlerinden biri olan “İsa’nın Yeniden Doğuşu” tablosunu, Krausse şöyle yorumlamıştır.

El Greco’da insan ve âlem hâlâ organik bir bütünlük içindedir. Ama kurguların dengesi sallantıdadır. Ressam arka planda mekân kullanmaz. Kısıtlı bir biçimde kullandığı ışık resme ürkütücü bir hava verir. İnsanların vücutları solgun ve cansızdır. İsa’nın yeniden doğuşu, aydınlığın karanlık güçlere karşı zaferini betimler. Yeniden doğan İsa ışığa boğulmuş, saf ve yerçekiminden kurtulmuş, hafif bir görünümdedir. Sağ eli Tanrı’nın zaferine işaret ederken ayakları hâlâ çarmıhtaki gibi üst üstedir. İsa’nın arkasından yeryüzü hükümdarının bordo pelerininin etekleri gözükür. Beyaz bayrak ebedi barışa gönderme yapar. Resmin alt kenarında yeryüzündeki düşmanın cisimleşmiş hali olarak Romalı komutan yerde sürünmektedir. İki figür arasında bir dizi yüz ve vücut vardır; parlak ciltleri üstlerindeki giysilerle bütünleşmiş görünen ve ellerini uzatırken, doğrulurken, şaşkın bakarken ve yalvarırken birer hayaleti andıran bir sürü insan.”(11)

Sanatçının, resmine konu etti insan figürlerinin, boylarını abartılı bir şekilde uzatarak deforme ettiği, eserlerinden biri de 1595-1598 yılları arasında yapmış olduğu “Aziz Andreas” isimli tablosudur. Gri tonların hakim olduğu bir atmosferde resmedilmiş olan figürler, bulutlu bir gökyüzünün fon olarak kullanıldığı, belirsiz bir mekanın içinde mistik sayılabilecek şekilde betimlenmişlerdir. Figürler, boylarına göre oldukça küçük sayılabilecek baş oranlarıyla resmedilmişlerdir.

El Greco’nun bir diğer önemli eseri ise, 1586 yılında yapmış olduğu “Kont Orgaz’ın Cenazesi” dir. Sanatçının resminin konusunu kontun gömülüşü sırasında gerçekleşen bir mucize oluşturmaktadır. Resimde betimlenen mucizeye göre, şehrin yoksulları ve kimsesizleri tarafından çok sevilen kontun, cenazesi mezar yerine yerleştirilecekken, iki azizin gökyüzünden inerek kontun naaşını, kendilerinin mezara koymaları resmedilmiştir.  Eser, ressam tarafından, ilahi hayatı ve dünyevi hayatı betimlediği, iç içe geçmiş iki bölümden oluşmaktadır. Sanatçı, resminde kullandığı insan figürlerini, dinamik bir hareketlilik içinde, boyları uzatılmış halde göstermiştir.

Şekil 3. El Greco “Kont Orgaz’ın Cenazesi” TÜY 1586(13)

Sanatçı 1608-1614 yılları arasında yapmış olduğu “Beşinci Mührün Açılışı” isimli eserinde, belki de o ana kadar görülmemiş ölçüde etkileyici bir plastik imgelem yaratmayı başarmıştır. Çoklu figür kompozisyonu içinde anlatılmaya çalışılmış olan konu, kutsal bir içeriğe sahiptir. El Greco’nun, düşsel  mekan kurgusu içine yerleştirilmiş olan figürler, hiç durmadan sonsuza kadar devam edecekmiş izlenimi veren ritmik bir teatral hareketlilik içinde gösterilmişlerdir. Figürlerde plastize edilmiş deformasyon ve haraketlilik olağanüstü bir uyum oluşturmuştur. Sanatçının seçmiş olduğu renkler ve ton kullanımı, figürlerin deformasyonuyla bütünleşince, resmin mistik ve gizemli havası oldukça çarpıcı bir hal almıştır.

Sanatçı, 1601-1625 yılları arasında, kendisinin figür-deformasyon anlayışının şekillenmesinde önemli ölçüde etkisi olan “Laokoon ve Oğulları” heykelinin, mitolojik konusunu betimlediği bir resim yapmıştır. Ve bu resim sanatçının başyapıtlarından biri olarak kabul edilmektedir. El Greco’un bu eserinde, Turuva’da geçen mitolojik bir olay canlandırılmıştır. Resimde, Truva Atının bir aldatmaca olduğunu kavrayan, Rahip Laokoon’un, denizler tanrısı Poseidon’un göndermiş olduğu yılanlar tarafından öldürülmesi betimlenmiştir. Gerçek üstü denilebilecek bir atmosferde gösterilmiş olan, “Manzara, ağaçlar, kayalar, dağlar gerçeküstü, korkutucu bir şekil almıştır. Doğa korkunç ve şeytani olmuştur. Bir yandan hayvani-bitkisel ve organik olmayan doğa insanlaşırken, diğer yandan insanlar hayvansı ya da bitkisel olmuş ve bir anlamda maddeselleşmiştir.”(15)

Resim de tamamen çıplak olarak resmedilmiş olan Laokkoon ve Oğulları, acı içinde kıvranan bedensel bir ifadeyle plastize edilmişlerdir. Figürlerde, sanatçının daha önce ki figürlerinde görülmemiş bir şekilde, yumuşak hatlar hakim olmuştur. Sanatçının figürleri deforme ediş biçimi ve figürlerin vücutlarının almış olduğu biçim, gözün sürekli resmin içinde kalmasını sağlayacak görsel bir bütünlük oluşturmaktadır.

Sonuç olarak diyebiliriz ki El Greco eserlerinde, gerçeklik efekti yaratmaktan uzak, mekanın derinliğini bir perspektif içinde göstermeyen, espasları olmayan, tamamen kendine özgü bir düşsel mekan anlayışı içinde resimler yapmıştır. Resimlerinde tasvir ettiği, gerçek üstü olarak tarif edilebilecek bu mekan anlayışını pekiştirmek için ona uygun renk ve ton uygulamaları kullanmıştır. Figürlerinin boylarını uzatarak, onları bazen S, bazen ise C şeklinde bir biçimsel form içinde göstermiştir. Büründürdüğü insanüstü görünümleriyle, figürlerinde, gerçeğin nesnel temsiliyetini aşacak ve onun yeniden tanımlanmasını sağlayacak biçimsel dışavurumlar gerçekleştirmiştir.

El Greco, yaşadığı çağı aşan, yaratıcı bir üslup dehasına sahiptir. Sanatçının, figür imgesinin, plastik biçimlenmesi açısından getirmiş olduğu, devrim niteliğinde ki bu dışavurumcu anlayışı, 20.yüzyılın başından itibaren, figür resmini konu edinmiş olan, başta Kübizm olmak üzere bütün modern sanat akımlarını etkilemiştir. El Greco’nun Figür Anlayışının Modern Resim Sanatı İçin Önemi başlıklı yazımı, elde ettiğim bulgular açısından değerlendirdiğimizde; ilk önemli bulgumuz, Resim Sanatının gelişiminde, Rönesans Dönemi akılcılığının, oynamış olduğu roldür.

İkinci en önemli olgu ise, kaotik ortamların, sanatçıların yaratıcılıklarının, dışavurumunda göstermiş oldukları güçlü etkidir.

Üçüncü en önemli bulgu ise, El Greco örneğinde olduğu gibi bazı sanatçıların üsluplarının ve eserlerinin, çağları aşan bir gerçeklik kazanmış olmalarıdır.

Dördüncü önemli olgu ise, sanatsal yaratım süreçlerinde, sanatçı duygulanımı ile birlikte onun özgün dışavurumun ne derece büyük önem taşıdığıdır.

Doçent Dr. Abidin Müslüm BAYSAL

KAYNAKÇA

  • Krausse, A.C. (2005).Rönesanstan Günümüze Resim Sanatının Öyküsü. Sayfa 25. Könemann: Literatür yayıncılık
  • Genç, A. (1998) Türkiye’de Sanat Dergisi. Resim Çizme Sanatı ve Sanatçının Temel Eğitimi 1, sayfa 52 (sayı34)
  • Kagan, M. (1982) sayfa 649, Güzellik Bilimi Olarak Estetik ve Sanat. İstanbul
  • Cumming, Robert, Sanat (Görsel Rehberler), sayfa 146 (Çev.: Ayşe Işın Önal, Aslı Çetinkaya), İnkılâp Kitabevi, İstanbul 2008.
  • Eco, U. (2006). Güzelliğin Tarihi. Sayfa 219-220 Çev. Ali Cevat Akkoyunlu. 7. bs. İstanbul: Doğan Kitap.
  • Sevil, T. (2008). Rönesans ve Barok Resim Sanatında İnsan Anatomisinin Üsluplara Göre Yorumlanması. Sayfa 73. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Güzel Sanatlar Eğitimi Anabilim Dalı Resim-İş Öğretmenliği Programı.
  • Venturi, L. (2018), Resme Nasıl Bakılır? Gıotto’dan Chagall’a Resim ve Ressamlar, sayfa 92, (Çev. Esra Ermer),
  • 31 Maurice Barres “El Greco ya da Toledo’nun Gizi” Sayfa 6, 1. Baskı 1999
  • Kaya, Ö. (1997). El Greco: Rönesans Resminde Ayrıksı Bir Kişilik, sayfa 10, Maurice Barrés, El Greco ya da Toledo’nun Gizi, (Çev. Kaya Özsegin), Ankara: İmge Kitabevi
  • https://www.sanatabasla.com/2013/03/dirilis-the-resurrection-el-greco/
  • Krausse, A. C. (2005). Rönesanstan Günümüze Resim Sanatının Öyküsü. Sayfa 25. Çev. Dilek
  • https://en.wikipedia.org/wiki/Saint_Andrew_and_Saint_Francis
  • https://tr.wikipedia.org/wiki/Orgaz_Kontu%27nun_G%C3%B6m%C3%BCl%C3%BC%C5%9F%C3%BC
  • http://nazliisk.blogspot.com/2014/05/
  • Frey, D. Manierusmus als Europaische Stilerscheinung, Studien zur Kunts des 16. Und 17. Jahrhunderts, Sturtgart 1964
  • https://www.istanbulsanatevi.com/category/sanatcilar/soyadi-g/greco-el/

 

The following two tabs change content below.

Abidin Baysal

Sanatçı Gazi Üniversitesi Resim-İş Eğitimi Bölümüne, başarı derecesiyle girerek Milli Eğitim Bursu kazanmıştır. Profesör Doktor Nur Gökbulut Atölyesinden mezun olmuş ve ilk kişisel sergisini, mezun olduğu yıl Ankara’da açmıştır. Yüksek lisans ve sanatta yeterlilik eğitimlerini, Yeditepe Üniversitesi’nde yüksek onur derecesiyle tamamlamıştır. 2021 yılında ise Doçentlik ünvanı almaya hak kazanmıştır. Yüksek lisans ve sanatta yeterlilik eğitimi boyunca, Profesör Doktor Ergin İnan’dan gravür ve desen dersleri, Profesör Doktor Zahit Büyük İşliyen ’den atölye dersleri, Öğretim görevlisi ressam Sinan Demirtaş’tan Litografi Dersleri, Öğretim görevlisi Mustafa Karyağdı’dan serigrafi dersleri almıştır. Yüksek lisans tezini “Dışavurumculuk-Yeni Dışavurumculuk ve Türk Resim Sanatına Etkileri” Üzerine yapmıştır. Sanatta yeterlilik tezini ise Profesör Doktor Aydın Ayan’ın danışmanlığında, “Resim Sanatında İnsan Figürüne Biçim Bozma Açısından Yaklaşımlar” başlığında yazmıştır. 2001ve 2002 yıllarında düzenlenmiş olan “Zonguldak Sanat Günlerinin” düzenleme kurulunda görev almıştır. 2002 senesinde merkezi olarak Ankara’da yapılan, Güzel Sanatlar Liseleri Öğretmen alım sınavını kazanan, sanatçı güzel sanatlar liselerinde resim öğretmenliği yapmaya hak kazanmıştır. Bir dönem Gaziantep Güzel Sanatlar Galerisinde ve Zonguldak Belediye Konservatuarında resim dersleri vermiştir. 2013 yılında TRT Okul ve TRT4 için çekilen Her Yer Resim Olsun programının 17.Bölümü kendisi ve ikinci öğrencisiyle birlikte yapılmıştır. 2018 yılında Yeşilay Resim Yarışmasında jüri görevi yapmıştır. Sanatçı, yazmış olduğu bildiriler ve yapmış olduğu eserlerle birçok Ulusal ve Uluslararası sempozyuma katılmıştır. Makaleleri Ulusal ve Uluslararası hakemli dergilerde yayınlanmıştır. Sanatçının “Resim Sanatında Deformasyon” isimli yayınlanmış bir kitabı bulunmaktadır. Son on dokuz yıldır güzel sanatlar liselerinde resim öğretmenliği yapmış olan sanatçının, yetiştirdiği öğrenciler başta “ Mehmet Güleryüz Desen Defter Yarışması” olmak üzere birçok ulusal yarışmada defalarca ödüller kazanmıştır. Sanatçı, bugüne kadar üç kişisel sergi açmış, ayrıca başta yağlıboya olmak üzere, gravür, serigrafi ve taş baskılarıyla yurt içinde ve yurtdışında, yarışmalı ve yarışmasız bir çok karma sergiye katılmıştır.
BU SAYFAYI PAYLAŞ

.