Emine Dikici

Okuyucularımıza kendinizden ve sanat yaşamınızdan bahseder misiniz?

1995 yazında Ermenek’te doğdum. Sanat, farkında olmasam bile küçüklükten beri yaşamımın içerisinde olan bir olguydu diyebilirim. İlkokuldan lise yıllarıma kadar defterlerim ve ders kitaplarımın köşesinde her zaman rengarenk suratlar olurdu. Şu an ise doğa da bulunan her canlı hayatımın vazgeçilmez bir parçası olmuş durumda. Annemin resim alanındaki yeteneğimi fark etmesiyle yetenek sınavlarına hazırlanıp Selçuk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ ni kazandım.  Lisansımı tamamladıktan sonra aynı fakültede Yüksek Lisans eğitimi almaya başladım. Kendimi huzurlu hissettiğim her ortamda üretmeyi seviyorum.

Sanatsal üslubunuz ve tekniğiniz hakkında bilgi verir misiniz?

Sabit ve kalıplaşmış düşüncelerden olabildiğince uzak durmaya çalışıyorum. Çünkü kendimi kısıtlanmış ve bir kafesin içerisindeymişim gibi hissettiriyor. Bu şekilde sanatçı ne üretim yapabilir ne de düşünüp ufkunu genişletebilir. Klasik temadan uzaklaşarak, naturel olan her şeyi kendi iç dünyamda geleneksel yapımı ve güzellik algımı çözüp paramparça ediyorum. Çıplağı, insanı kutsallaştıran, doğamızı belirleyen ilkel arzuları, hastalıklı ya da acı çeken zevk ve ilahi duygu durumlarını, bu duyguların içerisindeki yok oluşu ölümün gövdesi olarak hayal ediyorum. Kısa ve yüzeysel incelemede bile gerçeğe uygun bir görüntü elde etmek yerine kullandığım bedenleri antik tragedyaların bir başkahramanı olarak dışa vurup destansı bir boyut aracılığıyla eserlerime yansıtıyorum.

Eserlerimdeki tüm duygusal yükü (figürleri) vücut diliyle ortaya çıkartarak kısa ve sinirli hareketlerle sürülmüş sıcak-soğuk renk tonları ve fırça darbeleriyle istediğim görkem ve yoğunluğu; yüzü merkeze bakan hafifçe kaydırılmış kemiksi yüzler ya da yüzü doğrudan izleyiciye bakan ışık gölge karşıtlığıyla izleyicinin dikkatini çeken gözlerin yoğun ve düşünceli ifadesiyle güçlendiriyorum. Oluşturmuş olduğum bölünmüşlük ve parçalanmalar; bir yok oluş, çaresizliğin bitkinliği, şiddet, karamsarlık ve kaygı karmaşası içinde kaybolması olarak resmediyorum. Mekânsal yerleşimi en az sınırlara indirgiyorum.  İzleyici kendi iç dünyasında eserlerimi incelediği zaman o an nerede olmak istiyorsa eserlerimdeki figürler de orada bulunuyor.

Hangi konuyu işlersem işleyeyim, yaptığım tuval ve eskizlerimde kırılgan gibi duran ama boyun eğmeyen çizgiler, figürlerimdeki bakışların yoğunluğu, orijinal kaynağından ‘anlam’ olarak bütünüyle ele aldığım ruhsal tesirin etkisi altına aldığı alan izleyicinin zihninde oynadığım bir oyundur. Genellikle akrilik ve sulu boya kullanıyorum fakat tek bir malzemeyle sabit kalmıyorum. Bazen sınırların dışına çıkmak farklı düşünceler ve yaratıcı fikirlere de yol açıyor. Akrilik ve sulu boya dışında o an çay veya kahve içiyorsam neden olmasın diyerek başladığım çalışmalarımda çay ve kahvenin tuvalde yarattığı renk armonilerine şahit olmak ve gerçekler karşısında görünenin ardındaki kendi gerçekliklerimi, içinde bulunduğum, şahit olduğum, hissettiğim gerçekleri yansıtmak sanatsal kalıpların dışına çıkarak özgür bir şekilde çizgilerime yön verip farklı etkileri yakalamak beni yeni bir serüvene doğru götürüyor. İşte bu duygu beni çok mutlu ediyor. İnsanları gözlemlemeyi çok seviyorum. Onlarla konuştukça onlar fark etmese bile onlarda yakaladığım eksiklikleri bunalımı stresi ya da sevinçlerini kendi benliğimle harmanlayıp tuvalime yansıttığım zaman kendimi tam anlamıyla bir sanatçı gibi hissediyorum.

Yabancılaşma kavramı üzerinden eserlerinizi yorumlar mısınız?

Günümüz teknoloji çağında insan hem ön plana çıkmakta hem de önemsizleşen ve her şeyin tüketilebilir birer metaya dönüştürüldüğü pazarın bir maddesine evrilmektedir. Toplum baskısı, toplum sınıflandırması ve gelişen teknolojinin de etkisiyle yeni insan, toplumsallıktan bireyselliğe evrilerek, dünyalardaki imge konumuna düşmekte ve fiziksel, ruhsal ya da toplumsal bir varlık olmanın eşiğinden kopmaktadır. Toplumun gerçek olan yaşamla yüzleşmek yerine, kendi dünyalarında yaşadıkları soyut hayatlar içerisinde kaybolduğuna şahit oluyorum. Böylesi bir kopuşu çift boyutlu bir yabancılaşmanın ve yeni kimlik ediniminin de başlangıcı olarak gözlemliyorum. Bu bağlamda eserlerimde kullanmış olduğum figürlerdeki yabancılaşma, hem kendine dönük bir kimlik yitimi hem de zamana, mekâna, değerlere ve toplumsal rollere ayak uydurmaya çalışan ya da uyduramayıp kendi benliğini giderek kaybeden figürler olarak eserlerimde yerini alıyor. Değişen dış dünya karşısında ayak uydurmaya çalışan insan doğası, sıkıntılar çekip kendini dış dünyaya uyarlamaya çalışmaktan, zorluklar yaşamaktan, kimi zaman değişim hızına ayak uyduramamaktan, geri kalmaktan, ötekileşmekten ve yabancılaşmaktan kurtulamaz. Bu yabancılaşmayla beraber tebessüm etmeye bile mecali kalmayan insanların kendi kabuğuna çekilen durumlarını resmediyorum.

Modernleşmenin çalışmalarınızdaki yeri nedir?

Modernleşme olgusu, dünya çapında görülen yeni bir hayat tarzı ve sosyal örgütlenmeyle adına modern denilen bu süreçte toplumda gözlemlenen başkalaşma ve farklılaşmalar, gelişen teknolojiyle beraber değişim ve gelişim yaşayan insanoğlu, kalabalığın içerisinde kendi hayatının muhasebesini yapmaktan, yaptığı işe olan inancı ve sevgisini, kendine olan güvenini, yaratıcılığını, iç huzur duygusunu yitirdiğini ve Modernizmin hayatımızda yarattığı bu mutsuzluk birikimi, insanların bu kalabalık ve yoğun hayat telaşı içinde fark etmeden iç çöküntüye sürüklediğini gözlemliyorum. İnsanların modernleştikçe medeniyeti ve kendi öz değerlerini kaybettiklerini düşünüyorum. Toplum ortamında bireyler özgürlüğü arttıkça kararsız, sadist, inançsız, isyankâr, egoist, ilkel, duygusuz ve materyalist bir insan, her şeye hissizleşmiş duygulara sahip oluyor. Yoğun kent yaşamı bireyin karakterini zedelemekte ve modern insanın kendi dünyasında olan olayların anlamını yitirmesine sebep oluyor. Bu yaşama ayak uydurmaya çalışan insanlar, ruhsal tahribatlara uğrayarak yaşamında ümitsiz bir şekilde kendilerine işkence eder hale geliyor. Modernleşmenin bozulmuş koşullarıyla beraber bu ruhsal birikimin neden olduğu; bu içe kapanışı, psikolojik patlamayı kendi içimde bulunduğum duygu durumlarımla birlikte eserlerime en iyi şekilde yansıttığımı düşünüyorum.

 Emine Dikici | instagram

 

Nazlı Işık | instagram

The following two tabs change content below.
1992 Ankara doğumlu Nazlı Işık" Yeni Nesil Sanat" topluluğu sanatçılarındandır. Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim Öğretmenliği bölümünden 2014 yılında mezun olan Nazlı Işık, 2018 yılında İstanbul Arel Üniversitesi Grafik Tasarımı bölümünde yüksek lisansını tamamlamıştır. Yurt içi, yurt dışında karma sergi ve fuarlarda yer alan sanatçı, eser çalışmalarına Ankara’ da atölyesinde devam etmektedir. Nevart Sanat ve Tasarım Akademisi’ nde eğitim koordinatörlüğünün yanı sıra Geleneksel Kuyumculuk Yöntemleri üzerine Ahumay Sanatevi’ nde eğitimi sonrasında çalışmalarına devam etmektedir.
BU SAYFAYI PAYLAŞ

.