KÜLTÜRE DAİR YORUM II

KÜLTÜRE DAİR YORUM II

Önceki yazımızda, günümüzde uluslararası toplumda kültürel savaşların “ilk olanın kendine ait olduğu olduğu isbatı gayreti” üzerinde şekillendiğini belirtmiştik.

Bu gayreti ortaya koyarken de kökenbilim ve yorumsallık kavramlarından da “kanıta dayalılık /evidence based” olmak adına yararlandığı konusuna da bu bağlamda özellikle vurgu yapmıştık.

Öte yandan kimlik kaygısının provoke ettiği aidiyet duygusunun bilimsel objektivitenin karşısındaki en önemli engel olabileceğini de belirtmek gerekir.

Bu nedenle kökenbilim/epistemoloji ve yorumsallık/hermonetik konusuna kısaca değineceğimizi, İslam düşünce teşekkülü sürecinde bu iki kavramın ne kadar karşılık bulduğu konusundaki görüşlerimizi belirtmek istediğimizi önceki yazımızda da ifade etmeye çalışmıştık. Hermenotik yani yorumsal yaklaşım mantık çatısı altında değerlendirilmelidir.

Zira mantık, içerdiği retorik-gramer ve diyalektik kavramlarından ayrı değildir. Belki de hermenotik düşünce dediğimiz yorumsal yaklaşımın mantık kavramından ayrı olmaması da bu durumdan kaynaklanmaktadır.

Batı Avrupa düşünce yaşamının kilometre taşlarından olan Hristiyanlık felsefesinde, yaklaşık bin yıldan fazla etkin olan dünya merkezli yaklaşımında, Aristo tesirindeki diyalektiğin St Augustinus’dan beri etkin olması dikkat edilmesi gereken bir husustur. Burada, dinsel dogmatizm kendi haklılığını isbat için diyalektik kavramını retorik ve gramer ile kullanmıştır. Augustinus’un “Doctrinia Christiana” adlı ünlü eseri bu konuda verilebilecek en çarpıcı örnektir .(1 )

Bu felsefi düşünsel seyirde, VI.yüzyılın ikinci yarısında Latince konuştuğu iyi bilinen imparator Justinianus I zamanında, Lykeon tarzı başta olmak üzere Atina felsefe okulların kapatılması bir bakıma düşünsel hayatta ve felsefi teolojide bir kırılma noktası olarak da kabul edilebilir.

Böylece ilk olarak Corpus Ierus Civilis yani Roma hukuku külliyatı oluşturulurken klasik Roma hukukunu, Cumhuriyet döneminden beri besleyen Atina felsefe okullarının etkisinin azaldığını ve monoteizme özgün teolojik felsefenin daha çok ön plana çıktığını söylemek mümkün olabilir. Teolojik felsefenin ise zaman içerisinde etkinliğini gittikçe artırmak suretiyle diyalektiği başarılı bir şekilde kullanarak, bilhassa Batı Avrupa’da Kilise okullarının eğitsel hiyerarşisini kurguladığını görmekteyiz. Aslında erken Hristiyanlık döneminde, toplulukları ikna gücü ve hitabet ile etkilemek gramer ve retorik sayesinde olmuş, böylece güzel konuşmak ve diyalektik ile de dinsel telkin daha etkin yapılmış gözükmektedir. Özellikle II.yüzyıldaki Kateşet okulları buna örnek  olarak verilebilir.(2)

Bilindiği üzere bu okullarda, Aristo diyalektiği kullanılarak Latince dilinde ikna ve telkin sanatı ile itikadın yaygınlaştırılmasının hedeflenmesi esas olmuştur.
Kanaatimizce kültürel savaşların tüm hızıyla sürdüğü dünyada soruyu dinsel metinlerin eleştirel değerlendirilebilirliği üzerinden sormak zorunluluğu da vardır.

Bunun için kateşet okullarında da diyalektiğin dayanaklarının yükseldiği dilin Latince olduğu dikkate alınmak durumundadır. Bu da eski Latince metinlerin detaylı incelemelerinin XIV ve XV.yüzyıllarda başlamasıyla olmuştur. Bu arada antik Yunan felsefesine dair eserlerin Yunanca’dan Arapça ve diğer dillere çevrilmesinin Doğu dünyasında özellikle gerek Platonist gerek Neoplatonist öğretilerin batı Avrupada tanınması bakımından önemini de vurgulamak gerekir.

Özellikle XV.yüzyıllarda antik Roma döneminde yazılmış Latince eserlerin tercüme edilmesi, başta dinsel bilgi olmak üzere antik Yunan döneminden Roma dönemine tevarüs etmiş olan felsefi bilgi geleneğinin feodal dünyanın elitlerine intikaline de zemin hazırlanmıştır. Matbaanın yaygınlaşmasıyla Katolik kilisesinin tekelinde olan Latince diyalektiği, Aristo çizgisinde ustaca uygulayan dinsel doktrinlere dair telkin ve ikna amaçlı bilgi karşısında, zamanla Avrupa kıtasında elitler dışında halk kitlelerine doğru bir ilginin uyanmasıyla sonuçlanacağı da ortada olmuştur. Görülüyor ki Latince eserlere olan ilgi önce felsefeye ilgiyi arttırmış daha sonra da Latince yazılmış dinsel metinlerin eleştirel okunması ile sonuçlanmıştır.

Bu nedenle, Lorenzo Valla’nın dinsel metinlerin eleştirel okunması konusundaki çalışmaların değeri yadsınamaz. Onun Latince linguistik kavramını yeniden adeta yeniden inşa etmesiyle “Donation de Constantin”in uydurma olduğunun isbatı batı kilisesinin dinsel dogmatik otoritesini kökünden sarsmıştır.

Aslında sürecin başlaması bir anlamda Petrarca ve Boccacio gibi düşünürlerin Rönesans döneminde Latinceye yoğun ilgi uyandıran antik Roma eserlerini tercüme gayretleri ile yeniden başlamış olsa da hermenotik/yorumsallık kavramının kökenleri antik dönemlere kadar uzanmaktadır.

Örneğin Rabbinik dönem Yahudiliği (Philon), Patristik Hristiyanlık (Origenes, Augustinus) dönemleri de dahil olmak üzere bir anlamda Reform sürecinde Luther, Melanchton ve Flacius vb düşünürlere bu gelenek örnek teşkil etmiştir denilebilir. (3)

Bu nedenle kültürel aktarımın dil ile en etkin bir alanı haline gelen hermenotik/yorumsallık olgusunun teoloji ve felsefe dışında filoloji ve hukuk alanında yaygın kullanılmaya başlaması kaçınılmaz olmuştur.

Öte yandan XV.yüzyılda, önceleri VII ve VIII.yüzyıllarda doğudan batıya göç eden antik Yunan ve Süryani diline hakim zümrelerce gerçekleştirilen çevirilere vakıf olan Gemisthos Plethon ve Bessarion gibi düşünürlerin da bu etkileşimdeki rolleri göz ardı edilmemelidir. (4)

Bu sayede Avrupa elitinde Platon eserleriyle Aristo felsefesine dair eserler arasında bir karşılaştırma yapma olanağı sağlanmıştır. Hatta papalık bu düşünürlerden yararlanmış Gemisthos Plethon örneğinde olduğu gibi kardinallik rütbesi ile de taltif etmiştir. Kanımca bahsettiğimiz bu tarihsel seyir dikkate alındığında, hermenotik/yorumsallık yönteminin salt dine endeksli olduğunda, eleştirellik kavramının sınırlanması söz konusu olacağından bir “yorum kültürü” teşekkülüne ne ölçüde izin verilebileceği tartışmaları da dikkate alınmalıdır. Bu durumda, bir toplumda hermenotik kültürün gelişim sürecini tetikleyen en temel ögenin elbette dil olacağı açıktır.
Zira eleştirel değerlendirme olmazsa varlığından bile bahsedemiyeceğimiz hermenotik konusu retorik ve gramer olgularından ayrı değerlendirilemez ki bu ikisi de dil ile zaten doğrudan ilgilidir. Bu nedenle retorik ile hermenotik ilişkili olmakla beraber birbiriyle hep karıştırılmıştır.  (5)

Ancak her ikisinin de “ifade/expression” ile ilintili olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Retorik de anlam ifade edilerek dil kullanılırken, hermenotik olgusunda ifadenin anlamını ortaya koymak hedeftir.

Bu durum, özellikle İslam düşünce hayatı göz önüne alındığında karşımıza tevil ve tefsir tanımlamalarının retorik ve hermenotik ile aynı anlamda kullanılması hatasını beraberinde getirir. Tefsir batı geleneğindeki “exegesis”in karşılığıdır. Yine retorik ile ilişkili olmakla birlikte aynı anlamı taşımaz.

Tev’il kavramının da hermenotik ile birebir örtüşmediğini de hatırlamakta yarar vardır. Burada, gerek tev’il gerek tefsirin din alanında değerlendirilmesi gereken kavramlar olduğu objektif bir değerlendirme için akılda tutulmalıdır. Ayrıca hermenotik, özellikle Rönesans ve Reform döneminde yeniden şekillenen batı düşünce geleneğinde din dışı/profan alanda da telakki edilmiş olup sosyokültürel ve bilimsel alanda düşüncenin gelişmesinde önemli bir yöntem olarak karşımıza çıkar. Şu halde “din alanında” daha çok gnostik çizgiyi benimseyen zümrelerin sıkça başvurduğu “tev’il”in hermenotik ile örtüşmeyeceği sonucuna varılabilir.

Prof. Dr. M.C. Yağmurdur

1Kemal Aytaç, Avrupa Eğitim Tarihi, Doğu Batı Yayınları, 2018
2Mahmut Can Yağmurdur Üniversite Kavramı IX, https://www.healthworldnews.net/universite-kavrami-ix/
3 Jean Grondin, Hermeneutik, Gert Ueding, Historiches Wörterbuch der Rhetorik, Vol 3, Max Niemeyer Verlag, Tubingen, 1996, s 1350-1374.
4Halil İnalcık, Hermenotik Orientalizm Türkoloji, Doğu Batı, 2002, s 12-39.
5 Jean Grondin, Hermeneutik, Çev Kaan Ökten, 2017, sayı 89, s 8-41.

The following two tabs change content below.
Prof.Dr.Mahmut Can YAĞMURDUR 03.08.1967 Tarsus Doğumludur. İlk ve orta öğrenimini Mersin’de yapmıştır. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 1991 yılında mezun oldu. Aynı üniversitenin Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı’ndan 1996 yılında Genel Cerrahi uzmanlığını aldı. Özel sektör ve Sağlık bakanlığına bağlı eğitim araştırma hastanelerinde çalıştı. 2006 Yılında Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı’nda Genel Cerrahi doçenti oldu. 2011 yılında Cerrahi Onkoloji uzmanı oldu. 2015 yılında Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesinde profesör ünvanını aldı. Bu üniversitede genel cerrahi anabilim başkanlığı başkanlığı ve cerrahi tıp bilimleri bölüm başkanlığı yaptı. Halen Ankara’da serbest hekim olarak aktif cerrahi yaşantısına devam etmekte başta onkoplastik meme kanseri cerrahi tedavisi olmak üzere çalışmalarını sürdürmektedir. Uluslararası indekslerde taralı dergilerde basılmış 50 nin üzerinde yurtdışı yayın ve iki yüzün üzerinde yabancı ve  yerli yayın ve tebliğler ile kitap bölümü yazarlığı da mevcuttur. Bu yayınlar uluslararası dergilerde 1000’in üzerinde atıf almıştır. En çok referans gösterilen ilk 6000 akademisyen içerisinde yer almaktadır. Klasik Türk Musikisi ile ilgilenmekte klasik makamlarda beste çalışmalarını sürdürmektedir. Halen Mevlana Kültür  ve Sanat Vakfı yönetim kurulu üyesidir. “Healt World News” sitesinin düzenli yazarları arasındadır. Evli ve 1 kız çocuk babasıdır. İyi derecede İngilizce bilmektedir

Son Yazıları Prof.Dr. Mahmut Can Yağmurdur (tüm yazıları)

BU SAYFAYI PAYLAŞ

.