SANATIN GEREKLİLİĞİ
MURAT OĞUZ
Küçük bir üzüm bağımız vardı eskiden. Kendimize ve eşe dosta ikram edecek kadar, küçük bir bağ… Nazlıdır bizim oraların toprağı. Ürün almak için kardeş olmak gerekir toprakla. Toprağı sürmek, çapalamak, ayrık otlarından ve yaban otlarından temizlemek gerekir. Henüz on yedisindeydim, babamla beraber bağı belliyorduk. Epey ters yüz etmiştik toprağı. Ansızın bir şey takıldı belin ucuna. Bir daha derinden vurunca, siyah poşete sarılı bir paket çıktı. Anımsadım sonra, iki yıl önce poşete sarmalayıp toprağa gömdüğüm kitaplarımdı bunlar. O zamanlar bazı kitaplar sakıncalıydı. Yaşar Kemal’den Sabahattin Ali’ye, Nazım Hikmet’den Dostoyevski’ye daha niceleri… Bunlar, üzerine bazı notlar aldığım ve yakmaya kıyamadığım kitaplarımdı. Yorulmuştum. Armut ağacının gövdesine sırtımı dayadım ve kitaplarımı karıştırmaya başladım. Bir kartpostal çıktı kitabımın arasından. Üzerinde Honoré Daumier’nin yapmış olduğu bir resim. O zamanlar yeni yıl ve bayramlarda sevdiğimiz insanlara kartpostal gönderirdik. Ne kadar özenle seçerdik kartpostalları. Bazen sevdiğim kartpostalları kendime saklardım. İşte bu da onlardan biriydi. Uzun uzun üzerindeki resme baktım. Sandalyenin üzerine çıkmış, başını ve kollarını gökyüzüne kaldırmış haykıran bir figür. Kolları ve elleri çizgiye dönüşerek soyutlanıp gökyüzüne karışmış. Arkasında çömelmiş vaziyette davul benzeri bir şey çalan başka bir figür… Kim bu adam? Kime haykırıyor? Daumier iki asır önce bu resmiyle bize ne iletmek istiyordu? Okuduğum onca kitabın dili değildi bu. Bilmiyordum, ama resim etkilemişti beni. Hoşnutluk duygusu vermiş, kalbime dokunmuştu. Kitaplardan aldığım lezzetin ötesinde, başka bir tadı vardı bunun.
O zamanlar hangi mesleği seçeceğime dair ikilem yaşamaktaydım. O an karar verdim. Babama, resim bölümünde okumak istediğimi söyledim. Elindeki beli toprağa saplayarak doğruldu, gözlerini kısıp güneşe baktı, sonra bana döndü “Oğlum” dedi. “Resim ne işe yarar? Karın doyurur mu? Mesela; bu toprağa emek verip alın teri döküyoruz ve karşılığında üzüm alıyoruz. Ben öldükten sonra da buradan geçen bir yolcu şu armut ağacının gölgesi altında oturacak, bir salkım üzüm yiyecek ve bu bağda emeği geçenlere minnet duyacak. Resmin kime, ne faydası var?” dedi. Elimdeki kartpostalı babama göstererek “Ben de bu armut ağacı altında oturmuş, başka bir kıtada iki asır önce yaşamış olan, o yabancı ressama minnet duyuyorum işte.” dedim.
Babam iyi adamdı doğrusu. Ne yaparsa insanlara faydalı olmasını isterdi. Sanırım o zaman vermiş olduğum cevap, babamı tam olarak tatmin etmemişti. İşte o sorulara bugün cevap bulmaya çalışacağım.
Bir şeyin gerekliliğine inanmadan o şeyin önemini anlayamayız. Sanat, aç bir insanı elbette doyurup soğuktan koruyamaz. Peki, ne işe yarar? Sahiden sanat gerekli midir?
Sanatın dün de, bugün de gerekli olduğu, yarın da gerekli olacağını söyler…
Ernst Fischer.
Sanat, insanın varoluşuyla beraber başlamıştır. Binlerce yıl önce farklı kıtalarda, birbirlerinden haberdar olmadan yaşamış medeniyetlerin hepsi, Mayalardan Azteklere, Mezopotamya’dan Mısır Uygarlığı’na kadar, Antik Yunan Uygarlığı’ndan günümüze kadar bütün uygarlıklar sanatın varlığına ihtiyaç duymuşlardır. Sanat, tarihî süreç boyunca kentler ve ülkeler için gücün ve ihtişamın sembolü olmuştur.
Estetik kuramcılar, sanatın gerekliliğiyle ilgili birçok düşünce ileri sürmüşlerdir. Kimi; sanatı, bilinmeyen bir dünyaya egemen olmaya yarayan tılsımlı bir araç olarak görmüş, kimi; hayatı renklendirdiğini söylemiş, kimi; sezgileri güçlendirdiğini, ruhu beslediğini, kas beyin koordinasyonunu geliştirdiğini, kimi de; çevremizdeki güzellikleri fark etmemizi sağladığını, yaşama sevinci verdiğini, hoşnutluk duygusu yaşattığını, insanları mutlu ettiğini söylemiştir.
Sanat, hayatımızın her alanında vardır. İğneden ipliğe, ayakkabıdan şapkaya, arabalardan roketlere kadar ilk tasarlanan şeydir sanat. Sanatın işleviyle ilgili daha birçok cümle sıralayabiliriz.
Sanat, bir duygu ve düşüncenin başkalarına iletilmesini sağlayan psikolojik bir gereksinimdir.
Sanatın salt hoşlanma duygusu yarattığını söylemek, sanatı korkunç derecede yoksullaştırır. Sanat, hoşnutluk duygusuyla beraber aydınlatıcı, eğitsel ve iletişimsel içeriği de beraberinde taşır. Bir sanat yapıtı, kendi içinde barındırdığı, kendi içine yerleştirilmiş bir bildirimi, onu algılayacakların bilincine iletsin diye yaratıldığını söyler M. Kagan. Sanatın eğitsel ve iletişimsel yanını keşfetmiş uygarlıklar, sanatı kendi çıkarları doğrultusunda, kendi ideolojilerini, kendi egemenliklerini güçlendirmek için kullanmışlardır. Erklerin baskısı altında sıkışan insanlar, düşüncelerini açık bir şekilde ifade edemedikleri durumlarda sanata başvurmuş ve iç kıpırtılarını sanat üzerinden yansıtmışlardır. Bir başka ifadeyle sanat, insanın içinde katranlaşmış olan zehir birikintilerinin dışarıya atılması eylemidir. Her sanatçı, sanatsal biçiminde bir düşünceyi gizler. Sanat, yoksulun parasız ulaşacağı tek silahtır. Aynı zamanda bu silah; öldürmeyen, parçalamayan, incitmeyen, iyilerin savunma kalkanıdır.
Sanat, çok etkili bir iletişim aracıdır. İkna etme kabiliyeti korkunç derecede güçlüdür. Çünkü kalbe dokunarak bireyin ruhunu sarmalayıp bir başkasının acısını hissetmesini ve aynı duygular etrafında birleşmesini sağlar. Örneğin; “Yahudi Soykırımı nedir?” sorusuna karşılık, bilimin vereceği cevap şu şekilde olacaktır: “Adolf Hitler liderliğindeki Nazi Almanyası döneminde, SS güçleri tarafından işgal edilen sınırlar içerisinde yaklaşık 6 milyon Yahudi‘nin sistemli bir şekilde öldürülmesidir.” Verilen bilgi, nesnel bilgiden ibarettir. Çoğu insan için yer ve rakamdan başka bir şey ifade etmez. Sadece nesnel bilgi ile diğer insanları, bu olay karşısında etkilemek mümkün değildir. Bugün bu korkunç katliamın acısını yüreğimizde hissediyor ve onların acısına ortak oluyorsak eğer Yahudiler bunu sanata borçludur. Sinemaya, edebiyata, müziğe, resme, heykele borçludur.
Goya’nın “3 Mayıs 1808” adlı tablosu, Fransız işgalcilerine direnen Madrid halkının kurşuna dizilerek toplu hâlde katledilmelerini anlatır. Goya, bu katliam karşısında hissetmiş olduğu duyguyu bize de hissettirmiş, bu resimle 3 Mayıs’ta öldürülenlerin boş yere ölmediklerini halka hatırlatmış ve bu resim var oldukça da hatırlatmaya devam edecektir.
Sanat, büyülü bir zaman makinesi gibidir. Kişiyi geçmişe ve geleceğe götürür, kılıktan kılığa sokarak oradan alır Kaf Dağı’nın eteklerinde gezdirir, Simurg’un kanatlarında uçurur, gâh çıkarır gökyüzüne tanrılarla konuşturur, gâh okyanusun ıssız derinliğine indirir. Şeyh Bedreddin ile Nesîmî’nin çağında yaşatır, Hazreti Ali’nin atına bindirir, Kral Karun’un sarayında indirir.
Çernişevski, sanatı olmayan bir halkın cahil bir halk olduğunu ve sanat ne denli verimli gelişirse, halkın da o denli bilgili, yetişmiş bir halk olacağını söyler. Bilim ve sanat, bir kuşun iki kanadı gibidir. Bu kanatları kullanan ülkeler medeniyete uçarlar, kullanamayanlar ise ezilmeye mahkûm kalırlar. Sanatla, sevgiyle…
Murat OĞUZ / Aralık 2021
Murat Oğuz (@art_muratoguz) • Instagram fotoğrafları ve videoları
Honoré Daumier
Son Yazıları Murat Oğuz (tüm yazıları)
- Murat Oğuz ROTHKO ESERİ - Şubat 18, 2022
- SANATIN GEREKLİLİĞİ Murat Oğuz - Aralık 13, 2021
- Memurdan Ressam Sanatçı Olmaz Murat Oğuz - Kasım 18, 2021