Memurdan Ressam Sanatçı Olmaz Murat Oğuz

“Memurdan Ressam, Sanatçı Olmaz”

Önermesi Üzerine Murat Oğuz 

Pandemi öncesi sanatçı dostlarla zaman zaman atölyelerde bir araya gelip sanat üzerine sohbetler yapardık. Şimdi herkes kendi kabuğuna çekildi kimseyle konuşamaz olduk. Cemal Süreya “Kirlidir şiir; ve söz, atılmazsa zehirdir.” der. Bugün içimde biriken zehri söz ile atamayınca naçizane yazı yoluyla atmayı deneyeceğim.

Ailesinden varlıklı veya güçlü bir sermayeyi arkasına almış bazı genç ressamlar ve resim pazarının bir bölümünü elinde tutarak pazarı başkalarıyla paylaşmak istemediklerini düşündüğüm bazı  yandaş küratörler, eleştirmenler yukarıdaki önermeyi birçok platformda dile getirmektedirler.

En ilkel tanımıyla; resim yapan kişiye ressam denir. Türk Dil Kurumu ressamı “Resim yapan sanatçı.” olarak tanımlar Sanatçıyı ise şu şekilde tanımlar:  “Güzel sanatların herhangi bir dalında yaratıcılığı olan, eser veren kimse, sanat adamı, sanat eri, sanatkâr, artist.” (TDK) Sanat, en genel anlamıyla bireysel tepkimizi ifade etmenin estetik bir yoludur. Kişinin yaşamış olduğu öznel gerçeklik karşısında duyduğu acı ve sevgiyi estetik bir dil ile öz’ü biçime dönüştürme ifadesidir.

Sanatın yukarıdaki genel tanımından yola çıkarak bir mantık kuracak olursak; resim yapan, resim üzerine sancılar çekip kafa yoran, dünya sanatını takip ederek evrensel normları çalışmalarına katarak icra eden ve kişisel sergiler açıp fuarlarda yer alan kişinin ressam olmamasını iddia etmek yanlış olur tabii Kenan Evren gibi gazete ve dergilerdeki fotoğraflara bakarak fotokopi makinesi ereğiyle resim yapan hobi ressamlarını ayırmamız gerektiğini belirtmek isterim.

Her meslek grubundan (çoban, mimar, doktor, asker, çiftçi…) sanatçı olabileceği gibi, kuşkusuz güzel sanatlar eğitimi almış resim öğretmenlerinden de; ressam, sanatçı çıkması şaşırtıcı olmaz, kimin sanatçı kimin ressam olacağına birileri karar veremez. En iyi karar verici zamandır, tarihtir. Sanat kimsenin tekelinde değildir, olmamalıdır.

Bu ülkede maalesef sanatçı olmak kolay değildir. Bir ressamın yaratmış olduğu sanat eserlerinden ekmek yiyebilmesi için en az on, onbeş yıl geçmesi gerekir. Ressam eğer aileden varlıklı değilse kuşkusuz sanatıyla hayatını kazanabileceği duruma gelene kadar enerjisinin bir bölümünü başka mesleklere ayırmak zorundadır ülkemizde hangi şair yolun başındayken şiiriyle ayakta durabilmiştir? Hangi yazar, hangi yönetmen?..

Cumhuriyet dönemi Türkiye şiirinin en büyük temsilcilerinden biri olan Yahya Kemal kitabını dahi görememiştir. Öldükten sonra şiirleri yayınlanmıştır. Edebiyatımıza büyük etkisi olan Toplumcu Gerçekçi yazar ve şair Sabahattin Ali, yıllarca ilkokul ve almanca öğretmenliği yapmıştır. Modernist bir hareket olan İkinci Yeni şiirinin öncü şairlerinden biri olan Cemal Süreya ise maliye müfettişliği yapmış bir memurdur. Toplumcu Gerçekçi şiirin önde gelen temsilcilerinden biri olan şair Hasan Hüseyin öğretmenlikten atılmış, Gürün ve Sivas’ta arzuhalcilik, tabela ve portre ressamlığı, inşaat işçiliği yapmıştır, Brezilyalı yazar Jose Mauro de Vasconcelos tarım işçiliğinin yanı sıra garsonluk ve balıkçılık yapmış, yaşamı boyunca çeşitli işlerde çalışmıştır. Dul annesine bakmak için vergi memurluğu yapan Henri Rousseau resme ancak 40’lı yaşlarda başlayabilmiştir. Bu durumla ilgili yüzlerce örnek verebiliriz. Günümüzde de resim dışında başka mesleklerle uğraşan çok sayıda değerli ressam ve sanatçı arkadaşlarımız vardır.

Bana kalırsa eserleriyle hayatını kazanmayan sanatçılar daha avantajlı durumdadırlar. Hiç kimsenin baskısı altına girmeden sanatını özgürce icra edebilirler.  Orhan Pamuk’un “Benim Adım Kırmızı” adlı romanında iki nakkaş arasında geçen bir diyaloğu sizinle paylaşmak isterim:

“Nakış ve sanatta hayal kırıklığına uğramak istemiyorsan eğer, sakın onu mesleğin olarak görme. Ne kadar hünerin ve yeteneğin olursa olsun parayı ve iktidarı başka yerlerde ara ki, hüner ve emeğin karşılığını alamayınca sanata küsmeyesin.”

Nakkaşın dediği gibi; resmimizi beğenip koleksiyonuna dahil eden olursa ne âlâ, olmaz ise ekmeğimiz çıkınımızda yolumuza devam edeceğiz. Sonuç olarak bizler ne galericilere ne de küratörlere muhtacız. Sanatımızı kimsenin baskısı ve ağırlığı altında kalmadan icra edecek pozisyondayız.

Bizler Lale Devri’nin sarayında yaşayan duyarsız ve hazıra konan insanlar değiliz. Hayatın tüm acılarını iliklerimizde hissetmiş sokağın ve hayatın içinde, alın teri dökmüşüz bu yüzden saraydaki ressamın salt güzelleştirme ereği bizlerde olmaz. Resim satmak değildir derdimiz. Asıl derdimiz; hissettiğimiz acıyı, ruhumuzda arayıp bulduğumuz biçim ile söküp atabilmek ve bu biçimi estetik ile yoğurup tuvale dökmektir.

Birilerini küçülterek büyüdüğünü sanan varlıklı şahsiyetler! Maalesef bazı insanlar sizler kadar şanslı doğmazlar. “Gökyüzünün başka rengi de var! Su insanı boğar, ateş yakar!  Her doğan günün bir dert olduğunu, erken yaşta öğrendik biz.”  (C.S. Tarancı) Sizler resimlerinizle ayakta duruyor olabilirsiniz veya arkanızda size destek olan kol kanat geren birileri olabilir,  çamur atmayın lütfen, bırakın bizler de sanat vadisinin eteklerinde yalnız ve tek başına duran bir badem ağacı gibi ak çiçeklerimizi açalım.

Murat Oğuz

Murat Oğuz (@art_muratoguz) • Instagram fotoğrafları ve videoları

 

The following two tabs change content below.
Umberto Eco'nun bir sözü vardır: "Mutlu insanın hikâyesi olmaz." der. Öteki yerde doğdum ben. Resim denen şeyi, titrek bir gaz lambasının aydınlattığı kederli kış gecelerinde, annemin yorgun dizleri üzerine başımı koyup usulca dinlediğim Acem masallarında gördüm ilk. Beni resim yapmaya iten şey neydi? Hiçlik mi? Var olma isteği mi? Yoksa ürkekliğim mi? Resim yapmaya başladığımda, yüreğimin derinliğinde, mavi bir gökyüzü parçası gördüm. Ve sonra geçmiş zamanın hüznünü fırçam ile boyadım. Gözün gördüğünü değil, ötesini aradım. Bazen bir şiire resim yaptım, bazen bir resme şiir yazdım. Meluli gibi "Gülün mürşidi çoğ idi, vardım bir dikene talip oldum." deyip sineklere mürid oldum. Figürlerim ile bazen sessiz bir ızdırap içine girdim bazen de hüzünlendim. Sonra kuzgun bedeni ile çığlık attım resimlerimde. Ve sonra... Yırtıldı sessizlik! Yırtıldı zaman! Kara kuşun çığlığıyla! ....................................................................................................................................................................................... Murat Oğuz, 1975 yılında doğdu. Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi, Resim Anasanat Dalında öğrenim gördü. Millî Eğitim Bakanlığı, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı bünyesinde çeşitli ders kitapları tasarlayarak, fotoğraf, karikatür, grafik ve illüstrasyon çalışmaları yaptı. Yurt içinde dokuz kişisel resim sergisi açtı. Ayrıca çok sayıda karma sergi ve fuarda yer aldı. Çalışmalarına Antalya'da devam etmektedir.

Son Yazıları Murat Oğuz (tüm yazıları)

BU SAYFAYI PAYLAŞ

.