ZAMAN VE İNSAN
Zaman, insan için insanın var ettiği bir mevhum. Çoğu kez değişme kavramı ile birlikte akla getirilmiştir hep. Ancak, değişmez ve sabit olan tek şey ise değişmenin kendisidir. Bununla beraber, değişmezlikte zaman mevhumu olmaz. Fakat değişme ise zaman mevhumu ile mukayyettir.
Bir kişi ben değişmem derken bu önermede iki tenâkuz vardır. Birincisi maddi/niceliksel değişmezlik iddiası, diğeri ise tinsel/niteliksel değişime dair olandır. Her iki durum da varlığını inkâr demektir. Nemrut ve Firavun örneği bu yüzden hep konuşulup durmuştur.
Varlığın aslını değişim olarak kabul eden görüşlere göre düalist sarmal da bir noktada aşılmış olabiliyor. Ancak kurumsal monoteizm yani tek tanrılı dinler bu görüşten agnostik/bilinemezci anlamda yararlanarak, varlığın esrarına dair “yorum ve tev’il”i tekellerine alacak biçimde belâgata dayalı söylemler geliştirmişlerdir. Bu söylemler ile yaratılan kateşizm sayesinde dogmatik düşünceler oluşturmuşlardır. Doğu dünyasında sıkça kullanılan “vahdet” kavramı buna en somut örnektir. Öte yandan vahdaniyet ile ahadiyyet kavramları hep karıştırılmış, kibir sahipleri insan hırsları ve egoistliği “benim gibi inanmak zorundasın” derken bu iki kavramı tefrik bile edememişler, kendilerini bu sıfat ve idrâk seviyelerini aşamadan Tanrısal olarak görmüşlerdir. Böylece kitlelere, sorgulamadan ezberleme ve kulaktan dolmaya dayalı naklî bilgi telkin edilmiş özgür düşünceye ket vurulmuştur.
Oysa “vicdan” denilen, kişinin kendisi ile yüzleşebilme özelliği varlığımızın aslî sebebi olup insanlığını bilen şuur, akıl ve hafıza sahiplerine mahsus içsel bir yönelişin yegâne noktası olmalıydı. Bu nokta, bilginin inanılmaz bir hızla yayıldığı günümüzde artık kimsenin telkini veya kurumsal ahlak okulunun tekelinde falan değildir.
Büyük değişimlerin yaşanmaya başladığı çağımızda, insan zihni eklektik, yani seçmeci düşünmeyle bilgi kirliliğinin olası zararlarından, ancak ve ancak vicdanî erdem ile zihnini koruyabilecektir. Bu sayede kendi benliğini yeniden kendinden kendine telkin ve sonsuz öğrenme ve bilme arzusunu diri tutarak bir başka deyişle “auto didacté” ile inşâ edecektir. Bu oldukça zor bir süreç olup bireysel bilgi birikimi ve analitik düşünme yanında sentezci bir yaklaşım telkin eden eğitim ile de yakından ilişkilidir.
Açıkça söylemek gerekirse ilkçağlardan beri var olan sayı ve doğa, soyut ve somut kavramları arasında “elif misali” dik ve doğru ışığa sırtını dönmeyen tevâzu sahibi insanlar olabilmektir esas olan. Her türlü kirlilik ve ahlaksızlığa rağmen bu tarzı şiar edinen insanlar toplumda⁷ birbirine ayna olmak zorunda olup bunlar vahdaniyetten ahadiyete geçmek için birer sebeptirler. Bunun harcı ise sadece ve sadece sevgidir.
Devir başka, zaman başka, aşk başka, sevgi başka kavramlar olsa da akl-ı selim Hızır misâli hepsine yoldaş olmalı ki şu geçip giden dünyada yaşamı ve hakikati idrâk edebilelim. Onun için ekmeğimizi borçlu olduğumuz vatanımız, hangi inanç hangi etnik kökenden olursa olsun özgürce yaşayabileceğiniz, özgürce paylaşabileceğiniz dahası özgürce üretebileceğimiz biricik yerdir. Değerini bilenlere selâm olsun.
XIV.yy’da yaşamış mutasavvıf Şeyh Bedreddin Mahmut Semavî güzel söylemiş;
İnsanIar birbirlerine yahut haksız mala, meşru olmayan paraya veya rütbe ve mevkiIere yiyecek ve içeceklere ibadet ediyorlar da, AIIah’a ibadet ediyoruz zannında bulunuyorlar.
Saygılarımla
Dr.M.C.YAĞMURDUR
Son Yazıları Prof.Dr. Mahmut Can Yağmurdur (tüm yazıları)
- DÜŞÜNCE GELENEĞİ - Ağustos 14, 2023
- M.C. Yağmurdur - Temmuz 10, 2023
- YENİ YÜZYIL - Haziran 7, 2023