Antik Yunan Dünyasında Tanrılar Ve İnsanlar


 

Yunan sanatı, insanlık tarihinin uzun süren gelişmesinden sonra ortaya çıkmış putperestlik çağının bir ürünü olmuştur. Tarihte Grek sanatı olarak anılan klasik Yunan sanatı olgunluğa ulaşmadan önce pek çok gelişmeler kaydetmiştir. Yunan Sanatı, bütün diğer ilkel sanatlar gibi bir din sanatı olmuş, dine, tapınağa dayanmıştır. Resim ve heykel de bu zorluktan doğmuştur. Genel olarak sanat tarihçilerinin son araştırmaları altında Mısır Ege ve Anadolu sanatlarının geliştirici etkilerini üstlenmiş olduğuna inandıkları bu sanat, hazırlık devri ve arkaik devirden sonra klasik devri idrak eden bir sanat olmuştur. Yunan uygarlığına ait yapılarda mitolojik konular, tanrılar, insanlaştırılmış biçimler halinde teknik bakımdan da geliştirilmiş olarak, gerçeğe uygun olarak biçimlendirilmiştir. İlk defa insan vücudunun güzelliğine önem verilmiştir. Anatomik oranlara dikkat edilmiştir. Aynı dönemde yapılmış olan tapınaklar dinsel açıdan olduğu kadar estetik yönleri ile de orijinallik göstermiştir.

Doğa dinlerinin Panteonunda güneş, gök, ay, rüzgar, yer gibi sayısız tanrılar yer almış, bunların her biri insan, bitki, hayvan biçimlerini alarak simgeleşmiştir. Belli toplum düzenleri oluşmaya başlayınca devletin gücü de doğa güçleri gibi kutsallaştırılıp, başta bulunan kral ise egemenliğin sembolü olarak görülmüştür. Mısır ve ön Asya da doğmuş olan Tanrı – Kral inancı, yüzyıllar boyunca devam etmiştir. Gerçekte Tanrı- Kral inancı devletin gücünün elinde bulunanın yüceltilerek tanrılaştırılması anlamını taşımaktadır. İnsanın, insan olarak yüceltilip, tanrıların insanlaştırılması, ilk olarak Yunan dünyasında görülmüştür. Yunan dünyasında tanrı, sadece insan biçimine girmekle kalmamış, Homer’in destanlarında olduğu gibi insanlaştırılmıştır. Mitlerin nasıl doğduğu konusunda ilk düşünce üreten kişi Evhemeros isimli Yunan filozof olmuştur. Evhemeros, mitlerde tarihsel ve gerçek olayların izlerini bulmuştur.

Mitolojinin konu ettiği tanrılarda bile eski zamanlarda yaşamış kralların, tanınmış kişilerin faziletlerini ve diğer özelliklerini sezmiştir. Bu görüşleri daha sonradan 19. Yüzyıl İngiliz Filozofu Herbert Spenser da kabul etmiştir. İlk Hristiyan din adamları da bu düşünceyi benimsemişlerdir, böylece puta tapanların, tanrıların insanüstü bir güç ve tanrı değil, gerçekte bir insan olduklarına halkı inandırarak Hristiyanlığı yaymaya çalışmışlardır. Evhemeros, ilahları, halkın hayranlık duyarak tanrılaştırdıkları birer kişilik olarak kabul etmiştir. Evhemeros’tan sonra gelen eski bilginler de mitler üzerinde düşünceler üretmiş, tanrıları ahlaki ve dini bakımdan incelemişlerdir. Teagenes, Homeros’un mitlerinde felsefe ile ilgilenmiş, Aristoteles ise mitleri birer yasa gibi kullanarak toplumu iyiliğe yöneltmek istemiştir. Miladın 3.yüzyılında, Plotinos ile Porphyrios, mitleri felsefi düşünceleri, dini inançları, gelenekleri yansıtan birer sembolü olarak kabul etmişlerdir.

  1. yüzyıl ile 18. yüzyılın başlarındaki bilginlerin düşüncelerine göre mitler, dinsel geleneklerin şekillerinin değiştirildiği birer inançtan ibaret olmuştur. 19. yüzyılda ise İngiltere’de Max Muller, Almanya’dan A. Kuln, Fransa’da Michel Breal, mitlerin temelini dile dayandırmışlardır. Onlara göre tabiatın sırrı, mitler ile anlatılmış, insanın dili ve düşüncesi mitleri ortaya çıkarmıştır.

Berard ise, mitlerin bir takım dinsel törenlerden doğmuş olduğunu savunmuştur.

İngiliz mitolojistlerinden A. Lang ise,mitlerin kaynağının insanın kendi imgelemi ve kendi içine kapanması olduğunu ifade etmiştir. Eski Yunanlıların ilk öğrenmek istedikleri konu, dünyanın yaratılışı konusu olmuştur. Denizlerin, göğün, yeryüzünün, suyun, ışığın ve havanın nasıl yaratılmış olduğunu merak etmişlerdir. Bilgileri eksik olduğu için tabiat olaylarını canlı birer varlık gibi düşünmüşler ve incelemişlerdir. Göğü, suları, yeri, havayı birer tanrı gibi görüp onlara insan biçimi vermişlerdir. Bu ilk tanrıların bir çeşit tabiat olayının sembolü olduğu anlaşılmaktadır.

 

Yunan tanrılarının Olimpos Dağı’nda insanlar gibi yaşadıkları, mutlu bir yaşam içinde evlenip, çocuk sahibi oldukları düşünülmüştür. Onların insanlardan farkları, ölümsüz olmalarıdır. Yunan dünyasında tanrılar, insanlaştırıldıkları gibi, insanlar da yüceltilip, idealleştirilmiş, tanrılar ile insanlar arasındaki aşılmaz durum da ortadan kaldırılmıştır. Yunan dünyasında insanlar tanrılar ile sürekli bir alışveriş halinde bulunmaktadır. Tanrılaşmak için insan varlığının aşamayacağı sınır sadece ölüm olmaktadır. Dünyanın düzeni tanrıların elinde olmuştur. Ancak böyle bir düzende insan çabasının da önemi vardır. Homer, Troya Destanı İlias’ta bütün olup biten olayları, tanrılarla insanların ortak olarak yaptıkları işler olarak anlatmaktadır.

İ.Ö. 5.yüzyılda, doğmuş olan Yunan tragedyası bu çabayı dile getirmekte, insanın kendi varlığını tanıması ile varlığının olanaklarını da ortaya koyduğunu açıklamaktadır. Doğa dinlerinin yerini mitoloji almıştır. 6. yüzyılda ise mitolojinin yerine felsefe almaya başlamış, eşitlik ve özgürlük bilinci uyanmış, teokrasi yerini demokrasiye bırakmaya başlamıştır.

Yunan sanatı böyle bir ortam içinde gelişmiş, insana değer veren bu sanat dünyayı açılmıştır. Varlığında tüm erdemleri bir araya getiren, yüceltilmiş bir insan soyu ortaya çıkmıştır. Yiğitler, tanrılar, güçlü atletler Yunan sanatının işlediği belli başlı konular olmuştur. Yunan dünyasında tanrı ile insan arasındaki aşılmaz uçurumun ortadan kalkmasıyla, sanat da canlıya yönelmiş ve canlının hareketi önem kazanmıştır. Başlangıçta arkaik dönemin plastiğinde dahi (İ.Ö. 7.yüzyıl), insan vücudu statik kütlenin donukluğundan kurtarılmış ve kendi ağırlığını taşımaya başlamıştır. İnsan vücudu geometrik kalıplardan kurtulup bağımsızlığa kavuşmuş, her an hareket edebilecek bir gücün taşıyıcısı gibi gösterilmiştir. Oranlardaki ideal uyumlar, vücut ağırlığının kendi aksı etrafında karşıt yönlere yayılmış olması gibi, tüm bu özellikler uzun bir gelişme dönemi sonucunda elde edilmiştir. 

Yunan heykelleri günümüz insanları için sadece bir sanat yapıtıdır. Ancak yapıldığı zamanlarda başka anlamlar taşımışlardır. Heykel sanatının mimarlıktan düşünce olarak değil, fiil olarak ayrılmış olması Yunan sanatı ile başlamıştır. Klasik devrin heykeldeki en önemli yapıtlarını Fidias vermiştir. Atina’daki Akropolis’de bulunan Partenon’un Zeus heykeli günümüzde kaybolmuştur.

  1. Ö. 4. yüzyılda, 3 önemli isim yetiştirmiştir: Praksiteles, Lizippos, Fidias ve onların izinden gidenler, insan vücudunu tanrılaştıran ölçüler uygulamışlardır. Gerçeği değiştirmişler ve kutsallaştırmışlardır. Bugün Louvre Müzesi’nde bulunan, heykeltıraşı belli olmayan Milo Venüsü, güzelliğinin yanı sıra insanca davranışıyla da klasik güzelliğin ölçüsü sayılan nadir örneklerdendir.

Tanrı heykelleri tapınaklarda yer alan ve belli fonksiyonları olan kült objeleri halinde olmuşlardır. Yunan sanatının klasik döneminde ağırlık- hareket, biçim-içerik arasında ideal uyuma ulaşılmıştır. Helenistik dönemde İ. Ö. 4.yüzyıldan sonra sanatın kurallarında bir gevşeme görülmeye başlanmıştır. Büyük İskender’in kurduğu imparatorluğun içinde Yunan Sanatı, Asya, Afrika ve İtalya’da diğer çeşitli kültürlerle karşılaşınca bir çözülme başlamıştır. Geç Helenistik dönemde ise Yunan sanatı yöresel sanatlar ile karışmış, melez üsluplar ortaya çıkmıştır. Mısır gelenekleri ile karışmış olan Fayyum Mumya portreleri, Etrüsklerin geleneğini devam ettiren Roma Lahit plastiği, Roma İmparator portreleri, Eros ve Dionysos kültlerini yansıtan Pompei freskleri bunlara verebileceğimiz güzel örneklerdendir.

Kaynakça

  • Ersoy, A., Sanat Kavramlarına Giriş, Hayalperest Yayınevi, İstanbul, 2016
  • İpşiroğlu, N., M, Sanat Tarihi, Hayalperest Yayınevi, İstanbul, 2011
  • Güvenli, Z, Sanat Tarihi, Varlık Yayınları, İstanbul, 2012
  • Gomm,S.,C. Sanatın Gizli Dili,Çev, Lizet Deadato, İnkılap Yayınevi, İstanbul, 2014
  • Turani, A., Dünya Sanat Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2013
  • Can, Ş., Klasik Yunan Mitolojisi, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1994

 

 

The following two tabs change content below.

IŞIL SAVAŞER

Sanatçı İstanbul’da doğdu. Beşiktaş Anadolu Lisesi mezunudur. İstanbul Üniversitesiİnsan Biyolojisi – Biyokimya bölümünü bitirdi. Mimar Sinan Üniversitesi Plastik Sanatlar Resim bölümünden Prof. Dr. Cihat Aral sonra Doç. Dr. Yiğit Aral atölyesinde uzun yıllar çalıştı. Klasik resim eğitimi ile birlikte resim sanatı tarihi dersleri almıştır. Yeditepe Üniversitesi G.S.F Yüksek Lisansını tezini başarıyla tamamlamıştır. Yeditepe Üniversitesi'nde Doktora tezini yüksek onur derecesiyle ve birincilikle bitirmiştir. Türkiye Ressamlar Derneği üyesidir. Sanatçı Lebriz.com üyesidir. UNESCO üyesidir. İngilizce bilmektedir. Dr. Öğretim Üyesidir. Medipol Üniversitesi Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık fakültesinde öğretim üyeliği yapmaktadır. Kavramsal Sanat & Enstalasyon ve Yaratıcı Çizim & İllustrasyon derslerini vermektedir. Plastik çalışmalarının yanı sıra sanat yazarlığı ve sanat eleştirmenliği yapmaktadır. Çeşitli uluslararası internet sitelerinde ve bazı basılı sanat yayınlarında makaleleri yayınlanmaktadır.
BU SAYFAYI PAYLAŞ

.