İnsan Doğası Ve Sanat

 

Sanat, insan ile doğadaki nesnel gerçekler arasındaki estetik ilişki olarak tanımlanabilmektedir. Sanat üreten insan, doğadaki maddi özellikleri, hareketleri, sesleri, renkleri ve diğer fiziksel dış tepkileri algılanmaktadır. Bu algılar estetik hedefler esas alınarak biçimlere, kalıplara dökülmektedir. İnsan, daha önceden var olan heyecan, duygu durumlarına yeni algılar eklenmektedir. Eflatun’a göre sanatçının amacı yeryüzündeki güzellikleri algılayarak bunlardan idealara yükselmek, sanat yapıtlarına yansıtmak, taklit etmek mimesistir. Bütün insan kültürlerinde, Avrupalı geleneklerin sanatsal olarak tanımlanan kendini ifade ürünü bulunmaktadır. Sanatın ve sanatsal davranışın evrenselliğinin dünyanın her yerinde ve tarihin her döneminde ortaya çıkmış olması, hangi kültürden olursa olsun doğal bir kaynağı olduğunu göstermektedir. Bu da evrensel insan psikolojisidir. Bu açıdan incelendiğinde sanatın evrenselliğinde, insanın diğer bir yatkınlığı olan dil kullanımı da önem taşımaktadır.

Dilin temelindeki zihinsel mekanizmaları incelerken, o dili konuşan insanlar için aynı zamanda tarih ve kültürle iç içe geçmiş olduğu görülmektedir. İfade biçimleri ve kelime dağarcığı sonsuz derecesinde çeşitli olup, kültürel olarak üretilmişlerdir. Bu açıdan bakıldığında sanat alanıyla doğal diller alanı arasında benzerlikler görülmektedir. Her iki alanda da bir taraftaki doğuştan gelen zihinsel, duygusal, derin hayat mekanizmaları ve yapıları ile dil kullanımı, sanatta bireysel kültürel anlamı veren tarzlar ve mizaç gibi tarihe bağlı olarak değişkenlik gösteren kültürel malzemelerin karşılıklı olarak etkileşimi söz konusu olmaktadır. Sanatın insan doğası ile bağları bulunduğu düşüncesi çok eski olup, Antik Yunan’dan günümüze bu tartışmaların gelişmelerini görmek için estetik tarihindeki dönüm noktaları önem kazanmıştır. Platon ve Aristoteles, çeşitli yıllarda insan doğası kuramları sanat felsefesine bağlamışlardır.

Platon sanatı: resim, heykel, şiir veya düz yazı ne şekilde olursa olsun sonsuz biçimlerin taklidinden başka bir şey olmadığını, deneyimlediğimiz haliyle fiziki dünyanın temsili olduğundan daima taklidin taklidi olduğu şeklinde ifade etmiştir. Dolayısıyla sanat, sistematik olarak yanlış yönlendiricidir. . Aristoteles’in sanata bakışı ise çok farklıdır. Sanatın çeşitliliğine, bütünlüğüne ve insanlık hallerine dair içgörü kapasitesine saygı duymaktadır. İlk doğacı olarak Aristoteles için nomos, kanun (insanın kültürel geleneği) ile insanın psikolojik doğası da dahil olmak üzere doğal dünya anlamındaki phusis arasındaki gerilimi de içermektedir. Aristoteles, felsefi sorgulamalarının pek çoğunda nihai ilkeleri belirleyen belirleyenin phusis olduğu neticesine varmıştır. Aristoteles için her sanat bir çeşit taklit, mimesistir. Ritim ve melodi bile temelde mermer, kelimeler veya boya kullanan Sanatlarda olduğu gibi insanın duygusunu taklit etmektedir. Aristoteles, insanın heykel resim oyma gibi temsilcilere dayanan ilgisinin doğuştan gelen bir eğilim olduğunu ifade etmektedir.

Aristoteles’in düşüncesine göre, dünyanın her yerinde birbirinden bağımsız toplumlarda benzer sanatların icat edilmiş olduğu görülebilmektedir. Plato’nun aksine Aristoteles dünyaya yayılmış olan kültürlerin potansiyel farklılıklarının bilincinde olarak savunmuştur ve insanın psikolojik doğası konusunda kültürler arası bir genelleme yapmayı hedeflemiştir. Yeterli zaman süreci olduğu takdirde, dünya üzerindeki tüm topluluklar aynı temel insan doğasının güdülerine tabi olduklarından, resim, vücut süsleme, müzik, hikaye ve tüm diğer sanatları kendi kendilerine keşfedip üreteceklerdir. Ortak bir insan psikolojisini düşündüğümüzde, sanatların farklı toplumlarda bile benzer tarihsel süreçleri takip ettikleri görülebilmektedir. Aristoteles, sanat eserlerinin bağımsız nesneler olarak biçimsel ya da fiziki sınırlarını çizdiğini ifade etmiştir. Ancak bu çizimler sanat eserinden çok, onları anlayan zihinlerin doğası hakkında bir estetik nesneyi aklı ile kavrayabilecek psikolojik etkenler hakkında olmuştur.

Aristoteles’in Poetika’sı evrensel olarak insanın bütün kültürlerde geçerli, durağan bir imgesel zihinsel ve duygusal doğası olduğunu kabul etmiştir. Estetik tarihinin önemli isimleri David Hume ve Immanuel Kant da benzer varsayımlar üzerine çalışmalar yapmışlardır. Hume, 1757 tarihli denemesi “On the Standart OF Taste” de beğeninin genel ilkelerinin tüm insan doğasında aynı olduğunu ifade etmiştir. Hume, sanatın bütün genel kurallarının temelinin yalnızca insan doğasının ortak duygularının gözleminde ve yaşanmasında olduğunu vurgulamıştır. Hume, insanların pek çok zaman ayrıca estetik yargıları olması hususunda hassasiyet göstermiştir.

“Of The Standart Of Taste” de çağdaş psikologların hata teorisi olarak adlandırabileceğimiz konuya yer ayırmıştır. Ortak olan insan doğasının, bütün insanların estetik yargılarının da ortak olmasını zorunlu kılması gerekir şeklinde düşünülebilir. Ancak aynı insan doğası, çeşitli bozulmalara ve sistematik hatalara açık durumdadır. Bunlardan etkin olanı yeterli estetik yargılar için yeterli hassasiyetin bulunmamasıdır.

Hume, sanatçının en iyi şekilde değerlendirilmesinin, daha sonraki nesiller ya da yabancı olanlar tarafından yapılmasının yerel kültürlerden ya da kişisel önyargılardan etkilenme ihtimalini düşürdüğünü açıklamıştır. Hume’un sanatın zamana karşı olan değeri ve bireysel estetik yargıların yanılabilirliği hususundaki görüşleri günümüzde de geçerliliğini sürdürmektedir. Kant da Hume gibi beğeni yargısı (güzelliği değerlendirme için kullandığı terimdir), içeriğinde bir çeşit sensus communis veya insanın ortak doğasının gerekli olduğunu düşünmüştür. Güzellik konusundaki yargılar ise kişisel, bireysel tercihlerden sanat yapıtlarının tarafsız tefekkürlerine dayandıklarından, mantık olarak ayrılmaktadırlar. Kant, bu yargılarda estetik deneyim hazzının hayal gücünün özgürlüğünün rasyonel anlayışla birleştiğini düşünmüştür. İnsan doğası olmadan güzellik ile ilgili sorunlar yalnızca kişisel tercih ifadesi haline gelmektedir. Genel psikolojinin alt dalı olan estetik, sanata dair temel sezgilerimizi, insanı sanata çeken etkenleri analiz etmekte ve açıklamaktadır.

Genlerimizin inşa ettiği beyin, Kant’ın nitelikler olarak adlandırdığı akıl yürütme motorları veya evrimsel psikologlar arasında yaygın olan haliyle modüllere ayrılarak incelenebilir. Bir veya daha fazla duyu organının beyinde kaydettiği bir uyarıcının yorumlanması algı olarak tarif edilmektedir. Algılama süreci insanın ruhsal ve zihinsel yaşamının en temel eylemlerinden biri olup, bir özne ve bir de nesne bulunmaktadır. Amerikalı yazar Conrad’a göre sanatsal yaratıcılık duyum, duygu, algı, imgelerin ve kavramların içinde olduğu yaratıcı araştırma bulma süreci içinde uyumlu ve etkili bir mecazdır. Duyular ise organizmanın fiziksel donanımlarıdır. Duyu organları ile dış çevreden ve bedensel olandan toplanmış olan uyarıcıların uyandırmış olduğu tepkilere de duyum denilmektedir. Bir veya daha çok duyu organının beyinde kaydetmiş olduğu uyarıcının yorumlanması da algı olarak ifade edilebilmektedir. Diğer bir düşünce basamağı ise farkına varabilme özelliğidir. Akıl ile ilgili değil, ancak imgelem ve sezgi ile alakalıdır.

 

 

Zihinsel süreçlerden biri olan düşünme sürecinde, imgelerden yararlanılmalıdır. Düşünme olayında deneyler ve algıların pek çoğu imgelerden oluşmaktadır. Sanat olgusunda, imgeden söz ederken öncelikle görsel imge etkili olmaktadır. Burada esas rol oynayan duyu, görme duygusudur. Nesne görüldüğünde, nesnenin kitlesi, dış çizgileri göz merceklerinden geçerek beyinde imge olarak kaydedilmektedir. Bu durum nesnenin görünümüdür. Ancak o nesne, gözle görülmeyen bazı özelliklere sahiptir ki bu da, o nesnenin içeriğidir. Algılama ile ilişkilidir. Duygu, duyum ve algı yoluyla insanın güzel olanı kavraması sorunu Antik çağlardan beri felsefecilerin konusu olmuştur. Yunan felsefesi içinde politika estetik, etik ve tragedya konuları ile birlikte ele alınıp tartışılmıştır.

Kaynakça

 

  • Dutton, D., Sanat İçgüdüsü, Çev. Murat Turan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2017
  • San, İ., Sanat ve Eğitim, Ütopya Yayınevi, İstanbul, 2016
  • Ersoy, A., Sanat Kavramlarına Giriş, Hayalperest Yayınevi, İstanbul, 2016
  • Sözer, Ö., Sanat, Görünendeki Görünmeyen, Türkiye İş Bankası Yayınevi, İstanbul, 2019
  • Mülayim, S., Sanata Giriş, Bilim Teknik Yayınevi, İstanbul, 2008

 

 

 

The following two tabs change content below.

IŞIL SAVAŞER

Sanatçı İstanbul’da doğdu. Beşiktaş Anadolu Lisesi mezunudur. İstanbul Üniversitesiİnsan Biyolojisi – Biyokimya bölümünü bitirdi. Mimar Sinan Üniversitesi Plastik Sanatlar Resim bölümünden Prof. Dr. Cihat Aral sonra Doç. Dr. Yiğit Aral atölyesinde uzun yıllar çalıştı. Klasik resim eğitimi ile birlikte resim sanatı tarihi dersleri almıştır. Yeditepe Üniversitesi G.S.F Yüksek Lisansını tezini başarıyla tamamlamıştır. Yeditepe Üniversitesi'nde Doktora tezini yüksek onur derecesiyle ve birincilikle bitirmiştir. Türkiye Ressamlar Derneği üyesidir. Sanatçı Lebriz.com üyesidir. UNESCO üyesidir. İngilizce bilmektedir. Dr. Öğretim Üyesidir. Medipol Üniversitesi Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık fakültesinde öğretim üyeliği yapmaktadır. Kavramsal Sanat & Enstalasyon ve Yaratıcı Çizim & İllustrasyon derslerini vermektedir. Plastik çalışmalarının yanı sıra sanat yazarlığı ve sanat eleştirmenliği yapmaktadır. Çeşitli uluslararası internet sitelerinde ve bazı basılı sanat yayınlarında makaleleri yayınlanmaktadır.
BU SAYFAYI PAYLAŞ

.