SIGMUND FREUD’UN MELANKOLİ ÜZERİNE YAKLAŞIMI VE YAS OLGUSU Edvard Munch

SIGMUND FREUD’UN MELANKOLİ ÜZERİNE YAKLAŞIMI VE YAS OLGUSU

Edvard Munch

Betimleyici psikiyatride tanımı oldukça değişken olan melankoli, bazen ruhsal bir kökenden çok bedensel hastalık hallerini düşündüren kesin olarak tek bir birim halinde gruplamanı mümkün olmadığı farklı klinik biçimlerde ortaya çıkar.

Melankoli ve yas arasındaki bağlantı, her iki durumun da ortaya koyduğu genel tabloda ortaya çıkar. Açık bir biçimde göründüğü kadarıyla yaşam olaylarına bağlı olarak ortaya çıkış sebepleri her ikisi için de aynıdır.

Yas, genellikle sevilen bir kişi ya da kaybedilen kişinin yerine konan soyut bir kavramın yitirilişine verilen tepkidir: anayurt, özgürlük ya da ülkü gibi….

Aynı etkiler, bazı kişilerde ise yas yerine hastalığa bir eğilim olduğuna dair bizi kuşkuya düşüren melankoliyi oluşturur. Melankoli, ruhsal olarak derin biçimde acı veren üzüntü, dış dünyaya duyulan ilginin sekteye uğraması, sevme yetisinin kaybı, tüm etkinliklere ket vurulması, yerini kendini suçlama ve aşağılamaya bırakmış, cezalandırılacağına dair sanrısal bir bekleyiş içinde kendilik duygusunun değerden düşmesi ile tanımlanır. Yasta da biri dışında aynı özelliklerin sergilendiğini düşünürsek, bu tabloyu daha iyi kavrarız. Melankoliden öne çıkan tek özellik kendilik duygusunun bozulmasıdır.

Diğer tüm özellikler aynıdır. Ağır yas, sevilen bir kişinin kaybına verilen tepki aynı acı verici duygu durumunu kaybedilen kişiyi hatırlatmayacak şekilde dış dünyaya duyulan ilginin kaybını, yası tutulan kişinin yerine yenisini koymak anlamına gelecek olan yeni bir sevgi nesnesi seçme becerisinin yitimini ve kaybedilen kişinin anısı ile bağlantılı olmayan her türlü etkinlikten kaçınmayı içerir. Ben’in bu şekilde ketlenmesi ve kısıtlanmasının, başka amaçlar ve ilgilere yer bırakmayan bir dışavurumu olduğunu kolaylıkla anlarız.

Bu acı verici haksızlığın bize doğal görünmesi tuhaftır. Lakin gerçekte Ben, yas sürecinin sona ermesi süreci ile birlikte yeniden özgür ve ketlenmemiş bir hale döner. Olguların bir kısmında melankolinin de sevilen bir nesnenin kaybına verilen tepki olabileceği açıkça görülür. Daha farklı nedenler söz konusu olduğunda düşünsel doğada bir kaybın varlığını görürüz.

Nesne gerçekte belki ölmemiş, lakin sevgi nesnesi olarak yitirmiştir. Daha farklı bir grup olguda ise böylesi bir kayıp olduğu varsayımına sıkıca tutunmak gerektiğine inanırız. Ancak gerçekte neyin kaybedildiğini belirgin bir şekilde ayırt edemeyiz.

Yasta tamamen Ben’i emen yas işleyişinin ortaya çıkardığı ketlenme ve ilgi kaybı görürüz. Melankolide de benzer bir içsel işleyiş, bilinmeyen bir hasara yol açacak ve bu nedenle melankolideki ketlenmeden sorumlu olacaktır.

Aslında fark şudur: Melankolik kitlenme gizemli bir tepki bırakır. Çünkü, neyin hastayı bu denli içine çektiğini göremeyiz. Melankolik, yasta ortaya çıkmayan bir şeyi daha sergiler. Ben duygusunun aşırı derecede azalması ve yoksullaşmasıdır.

Yasta dünya yoksul ve boş bir hal alır, melankoli de ise, yoksullaşan ve boş hale gelen Ben’in kendisidir. Bu, genellikle ahlaki olan kendini aşağılama sanrıları uykusuzluk, yemek yemeyi reddetme ve her canlıyı ruhsal açıdan garip bir şekilde yaşama bağlayan güdünün aşınmasıyla kendini gösterir. Melankolik için rahatsız edici bir biçimde kendini küçük düşürmesi ve bu eleştirisinin başkalarının yargıları ile duyarlı olup olmadığı önemli değildir. Burada daha çok, melankolik birinin kendi ruhsal durumunu doğru bir biçimde betimliyor olması söz konusudur. (Freud, 2014 :25)

Melankoli, özelliklerinin bir kısmını yansıtan, bir kısmını da narsistik nesne seçiminden narsisizme giden gerileme sürecinden alır. Melankoli, bir yandan yas gibi gerçek nesne kaybına verilen bir tepkidir, ama bunun ötesinde normal yasta olmayan ya da var olduğunda normal yası patolojik bir yasa dönüştüren bir koşuldan sorumludur. Sevgi nesnesinin kaybı, nesne ilişkilerindeki ikilemin etkileşmesi ve açığa çıkması için kusursuz fırsattır. Takıntı nevruzu eğilimi varsa, ikilemli çatışma yasa hastalıklı bir biçim verir ve sevgi nesnesinin kaybı yüzünden kişinin kendini suçladığı, yani sanki kendisinin isteyerek buna neden olduğu şeklinde kınamalarla yasın anlatılmasını zorlar.

Melankoliye yol açan nedenler, çoğunlukla ölüm ile ortaya çıkan, açık ve net bir kayıp olgusu olmaktan çıkar ve birbirine karşıt sevgi ve nefret duygularının ilişkiye aktarıldığı veya zaten var olan bir ikilemciliği güçlendiren tüm incinme, haksızlığa uğrama ve hayal kırıklığı durumlarını da içine alır. Hem yaşantısal, hem de yapısal kökenli bu ikilemli çatışma melankolinin göz ardı edilmemesi gereken ön koşuludur.

Eğer nesneden vazgeçildiği halde nesneye duyulan sevgiden vazgeçilmeyip narsistik bir özdeşime sığınılırsa, o zaman yerine geçen nesneye hakaret eden, aşağılayan, acı veren ve bu açıdan zalimce doyum alan bir nefret harekete geçer.

(Freud, 2014/32)

Melankolinin nesne ile savaşında ortaya çıkardığı Ben’deki çatışma, alışılmadık derecede büyük bir karşı işgal kullanan acılı bir yara gibi etki ediyor olmalıdır.

 

Melankoli ve ekspresyonizm arasındaki ilişki:

  1. Yüzyıl sanat akımlarının içinde ilk ve en etkin olan ekspresyonizm hareketi olmuştur. Ekspresyonizm duygular ve duygulara bağlı aktarımı ve yansılamı sağlamayı amaçlayan bir hareket olarak, 19. Yüzyılın gerçekçilik ve idealizmine karşıt anti- naturalist bir bakış açısına sahiptir. Sanatçının içsel gerçeği olan görüntü, sanatçının kendi duygu ve duyumlarının dışavurumuyla yansıyan bir görünüm olduğu için, doğal olarak algılanabilenden tamamen farklı ve tamamen kişisel bir tarz ve anlayışla değişime uğramış bir yansımadı. Melankoli de sanatçının içsel dünyasının en önemli göstergelerinden biridir. Bu noktada, bu dönemde önemli gelişme gösteren psikolojik araştırmaların da önemli bir etkisi olmuş ve insan doğasının derinlerinde mevcut bulunan bilinç ötesi olguların araştırılması da önem kazanmıştır. Bilinçsizlik durumu ve birey üstü güçlerin ötesinde şekillenen bir algılamanın dışavurumuna aracı olarak parlak renkler ve basit biçimler ele alınmıştır. Sert, haşin, çarpıcı ve kötümser bir yorumla ele alınan görüntülere yer veren dışavurumcu sanatçıların kendilerine has bir ifade ve dışavurum tarzı oluşmuştur. (Beksaç, 2015: 155, 156)

Dışavurumculukta sanatsal gerçeklik yerine yaşanmış gerçeklik aranmıştır.

Doğanın görünümü yerine onun anlamı üzerinde düşünülmüştür.

Belirleyici öge, anlatımsal öğedir, biçimler anlatımsal içeriklerinden dolayı seçilmişlerdir. Bu durumda hiçbir anatomi ve perspektif kuralına uymayan deformasyonlar yaratır ve bu deformasyonlar giderek kimi kez topyekün soyutlamalara ulaşır.

Biçimler artık heyecan uyandırmaya yönelik hiyerogliflerden başka bir şey değildir.

Edvard Munch’un yaşamına dair kesitler

Norveçli sanatçı Munch, 1863’te Norveç’in Loten kasabasında dünyaya gelmiştir. Hayatının sonuna kadar izlerini taşıyacağı annesinin erken ölümü 1868 yılında beşinci çocuğunun doğumundan hemen sonradır. Munch’ un annesi öldüğünde henüz 30 yaşındaydı ve büyük ablası Sophie’yi de 1877’de annesi gibi veremden kaybetmişti. Babası çok dindar biri olan Munch’un yaşamında hayatta kalmak, din, evdeki otoriteyi sorgulama kavramları çok erken başlamıştı.

Ailesinde kaybettiği bu iki kadının yasını çok uzun süre tutmuş ve daha sonraları da eserlerine yansımıştır. Sorunlu bir çocukluk geçiren sanatçı ileriki yıllarda da bazı dönemlerde sinir buhranları yaşamış ve tedaviler görmüştür. Munch’un çocukken ölümle karşılaşmasından doğan mutsuzluğu babasının sağı solu belli olmayan dengesiz hareketleri ile daha da katlanmıştır.

Munch ve kardeşleri babalarının fanatik dindarlığının ne zaman ortaya çıkacağından hiçbir zaman emin olamıyorlardı. Mühendislik eğitimine başlayan Munch, bir süre sonra resme merak salmış ve mühendislik eğitimini yarıda bırakmıştır. Paris’e gitmeden önce hayatına giren iki kadınla yaşamış olduğu karışık ilişki üzerinde derin izler bırakmıştır. İlk eserlerinde empresyonist etkileri olsa da Munch, sonraları daha çok iç dünyasına yönelmiş, keder, yas duygularını da sanatına yansımıştır. Alman ekspresyonist akımının gelişmesine büyük katkıları olmuştur.

Ressamın son dönem işleri önceki çalışmalarına göre daha aydınlık ve yaşam sevincinin olduğu işlerdir. Grafik, litografi gravür, ahşap oyma baskı tekniklerinde de çalışmalar yapan sanatçı, bir tiyatro oyunu için de dekor tasarımı yapmıştır. Özellikle kadınlar ile ilgili birçok eser üreten sanatçının resimlerinde ölüm, deniz, güneş diğer önemli konulardır.

Nazi döneminde birçok sanatçı gibi dejenere sanat suçlamaları ile karşı karşıya kalmıştır. Biz bugün 100 yıl önce sergiledikleri zaman olduğu gibi bu resimlere bakarken Munch’un özel hayatından çok resimlerin kendilerine odaklanıyoruz ve örneğin 20. yüzyıl insanın iç sıkıntısının, bunalımının anksiyete resmi olarak tanımlanan “Çığlık”a bakarken, Munch’un çektiği açılardan çok daha kapsamlı bir şeyle karşı karşıya olduğumuzu hissedebiliyoruz.

Munch’un hayatını, ruhani deneyimlerini ve aşk ile ölüm konusundaki düşüncelerini anlattığı “Ebedi Günlükler” olarak bilinen metinleri yazması, 1880’lerin ortalarında Hans Jaeger önderliğindeki radikal anarşist Kristiana Bohemia grubuna katılması ile olmuştur. Karanlık, sorunlu hayal gücüyle acılarının ve korkularının kurbanı olarak Munch, çalkantılı bir duygusal hayat yaşamış ve bu resimlerine güçlü bir şekilde yansımıştır.

“Melankoli” adlı eserinde de Munch, bize bu manzara içinde kendisini en önde gösterir. “Melankoli” adlı eserinde yaşadığı depresif ruh halini görmemiz mümkündür. Bakışları ne seyirciye ne de güzel manzaraya dönüktür. Arkada gün batımını anlatan bir görüntü vardır.

Melankoli temasını betimlediği bu çalışmasında siyah giysili figür, elini başına yaslamış resmin ön kısmında deniz kıyısında bir kayanın üzerinde denize dönük bir halde oturmaktadır.

Resimde yer alan bu figür, aslında kendisidir. Gökyüzü tüm resmin genel havasına uyarak hareketidir. Buradaki figür, çektiği acı ile melankolik bir hal almıştır. Denize bakarken dalgınlığı aslında denizi görmediğini, kafasındaki düşüncelerle boğuştuğunu izleyiciye belli etmektedir. Güneşin batımı ile doğanın karanlığa bürünmesi, sanki Munch’un iç dünyasını yansıtmaktadır.

… “gerçek aşkımla onun hatırası ile dans ediyorum. Aşk çiçeğini almak isteyen, gülümseyen sarışın bir kadın içeri giriyor ama aşk çiçeği kendisini kadına vermiyor. Öte yandan bir başkası, bu gülümseyen kadını bu kez siyahlar içinde ve çiftlerin dansından rahatsız olmuş onlar tarafından dışlanmış halde görebiliyor.

” Edvard Munch, Edebi Günlükler (Thompson, 2014: 75)

Bu resim ay ışığı altında su kenarında yapılan bir dansı göstermektedir. Dans eden çiftler, yalnızca kendi eksenleri etrafında dans ederek diğer çiftlerden soyutlanmış gibidir. Siluetleri akıcı ve dinamik olsa da tuhaf bir şekilde durağandır.

Bedenleri zamansızdır, sonuçta Munch’un resmi gerçek olmaktan çok düşsel görülmektedir. Resmin düşsel çalışma ile ilişkilendirdiğimiz yorumsal bazı anlam bulanıklıkları vardır. Resmin ruhaniliği bedenselliğe karşı koymaktadır. “Hayat Dansı”, mitsel karşıtını çağrıştırmakta ve böylece haz yoksunu bir tablo halini almaktadır: törensel ölüm dansında donmuş bir andır.

Munch’un kompozisyonlarının en sıradışı boyutu belki de muhalif ve çelişkili dişil kimliklerin kullanılma tarzıdır. Beyaz giysili, genç, güzel reddedilmiş ve sevilmemiş kadın, karşısında duran yine kendisi gibi yalnız figürle aynı şekilde aynı şekle bürünmüştür. Siyahlar içindeki yaşlı, kasvetli zayıf, karışık yüzlü bir kadın…

Bu resimde olumlu ve olumsuz psikolojik enerjilerin yıkıcı güç birliğine şahit oluruz. Resimde iç içe geçmiş İki temel yorum vardır. Beyazla simgelenen gençlik döneminden, resmin merkezinde yer alan kırmızı bir elbise ile resmedilen tutkulu orta yaş dönemine ve daha sonra resmin sağında yer alan siyah giysiler ile gösterilen yaşlılık önemine vurgu yapılmıştır.

Resim Oslo’da bir yaz gecesini resmeder. Ay Işığı denize vurmuş, bu yansıma özellikle cinsel çağrışım yapacak şekilde yapılmıştır. Resmin ortasında Munch’un kendisi vardır, gözleri kapalı ve Mrs. Heiberg ile dans eder (İlk aşkı, kuzenidir).

Kırmızı elbise ise, aralarındaki tutkunun ifadesidir. Munch, yaşamının bir evresinde Tulia Larsen ile birlikte olmuştur. Resmin sağında ve solunda olan kişi ise, Tulia Larsen, solda beyaz elbise ile sevgi isteyen ve siyah elbise reddedilen haliyle resmedilmiştir.

Sonuç olarak, Edward Munch’un bu sancılı ruh halini inceledikten sonra şunları söyleyebilirim:

Munch, yaşamı boyunca yas olgusunu ve özellikle melankolik ruh halini ağır ve patolojik bir şekilde yaşamış ve bu durumunu tüm hayatı boyunca çalışmalarına en etkili biçimde yansıtmıştır. Melankolik ruh yapısını ekspresyonist şekilde resimlerinde görmekteyiz. Hüzün, depresyon, korku, tedirginlik resmi izleyen izleyicinin hemen ilk bakışta dikkatini çekmektedir. Resimlerinin analizinde dikkat çeken en önemli noktalardan biri boşluk, yalnızlık ve yaydığı karamsarlık duygusu ile birlikte özellikle portrelerine bunu yansımasıdır.

Kişilerin üzerinde korku, acı, keder ve yalnızlık duygusu, yani büyük bir tepki dikkati çekmektedir. Günlüğüne yazdığı bir yazıdan kendi hayatını resmetmesinin sebebinin, insan ruhunu anlamak istemesi ve anatomik çalışmalar yapmak için en yakından kendini gözlemleyebilmesi olduğunu belirtmiştir.

(Paul Erik Tojner, Munch: In his own word: London: Prestel Verlag, 2001:183)

 

Kaynakça :
http://www.bbc.com/turkçe/haberler /2016/03/160317_vert_cul_munch_ciglik

Yas ve Melankoli, Sigmund Freud, Çev.Aslı Emirsoy, Telos Yayınevi, 2014

5.yy.dan.14.yy.da.Avrupa Sanatı, Engin Beksaç, Ceren Yayıncılık, 2015,Edirne

Modern Resim Nasıl Okunur, Ion Thompson, Çev, Firdevs Candil Çulcu, 2014, Hayalperest Yayınevi,

http://www.e-skop/skopbulten/umumi-mahremiyet-birtracey-emin-podtresi/409

The following two tabs change content below.

IŞIL SAVAŞER

Sanatçı İstanbul’da doğdu. Beşiktaş Anadolu Lisesi mezunudur. İstanbul Üniversitesiİnsan Biyolojisi – Biyokimya bölümünü bitirdi. Mimar Sinan Üniversitesi Plastik Sanatlar Resim bölümünden Prof. Dr. Cihat Aral sonra Doç. Dr. Yiğit Aral atölyesinde uzun yıllar çalıştı. Klasik resim eğitimi ile birlikte resim sanatı tarihi dersleri almıştır. Yeditepe Üniversitesi G.S.F Yüksek Lisansını tezini başarıyla tamamlamıştır. Yeditepe Üniversitesi'nde Doktora tezini yüksek onur derecesiyle ve birincilikle bitirmiştir. Türkiye Ressamlar Derneği üyesidir. Sanatçı Lebriz.com üyesidir. UNESCO üyesidir. İngilizce bilmektedir. Dr. Öğretim Üyesidir. Medipol Üniversitesi Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık fakültesinde öğretim üyeliği yapmaktadır. Kavramsal Sanat & Enstalasyon ve Yaratıcı Çizim & İllustrasyon derslerini vermektedir. Plastik çalışmalarının yanı sıra sanat yazarlığı ve sanat eleştirmenliği yapmaktadır. Çeşitli uluslararası internet sitelerinde ve bazı basılı sanat yayınlarında makaleleri yayınlanmaktadır.
BU SAYFAYI PAYLAŞ

.