ADAMKAYALAR

Bugün düşlerden gerçeğe ve içimde yaşadığım andan tekrar yakın geçmişe uzanıp, Doğu Akdeniz sahillerine doğru yelken açtım… Yaşamak sadece bir tek o anla sınırlı değil ki! Gezmenin, görmenin, seyahat etmenin bir başka hoşluğu da;  gezginci ruhun, tavan arasına hapsettiği o unutulmaz anları, istediği an yeniden çıkarıp tekrar tekrar yaşayabilme özgürlüğüdür öyle değil mi. Eski defterler, eski albümler, günlükler ve hafızalarda saklı nice kayıt hep bunun içindir!

Şimdi rüzgâra aldırmadan, dalgaların çarptığı sahillerde çıplak ayaklarımla, irili ufaklı çakıl taşlarının ve pırıl pırıl parlayan altın tozlu kumsallarda kavisler çizerek, kuşlar gibi özgürce uçtuğumu hayal ediyorum…

Denizin, kumun, güneşin, derin ve uzun vadilerin, sarp kayalıkların arasında; tabiatın muhteşem şöleni kadar, başkaldıran ve isyan eden bir başka anına – şiddetli fırtına, yağmur ve sele – denk geldiğimiz…  Doğu Akdeniz’e gerçekleştirdiğimiz antik kentler gezimizin macera dolu destinasyonlarını sırasıyla anlatmak istiyorum.

Yol haritamızda işaretlediğimiz; Antalya’nın Aksu Çayı ile İçel’in Limonlu Çayı arasında sekiz bin yıl önceden bu yana kutsal izler taşıyan pek çok kanyonun yer aldığı Taşeli Bölgesi, Cennet ve Cehennem Mağaraları, kabartmalarıyla ünlü Adamkayalar ve bir çöküntünün etrafına kurulu antik kent Kanlıdivane ve  Kızkalesi ile Korykos’a uzanacağız…

Biz belirlediğimiz bu rotayı, rehberlik desteği almadan;  gezi-arkeoloji ve tarih kitapları okuyup, internetten araştırarak, kâh aracımızla, kâh yürüyerek ama bolca tırmanarak ve hiçbir uyarı, tabela ve donanımın olmadığı güzergâhlarda zaman zaman da bendeniz hafif panik ve korkulu anlar yaşayarak tamamen kendi imkânlarımızla gerçekleştirdiğimizi söylemek isterim.

Adamkayalar kalyonunda yankılanan ses benimdi! duydunuz mu?

Önceliğimiz oldukça ilgimizi çeken Adamkayalar Kanyonu idi. Sabahın erken saatlerinde yola çıktığımız bu derin ve uzun vadiyi gezerken, endemik bitkilerin arasında, doğanın her rengi ve kokusu içinde düşlere dalmamak imkansızdı! Bulunduğumuz yer vadinin tepe konumundaydı. Peki ‘Adamkayalar’ neredeydi? Gittikçe bozulan patika yollarda nihayet ‘Adamkayalar’ tabelasını görebildik!. Taşlı yol ilerlemeye izin vermeyince aracımızı park edip bu defa yolu izi belli olmayan patikalardan yürüyerek, kaderine terk edilmiş bu şahaserlerin izini sürmeye çalıştık. Ortalıkta da bizden başka kimsecikler yoktu!

Birkaç ok işareti ile gideceğimiz yönü anlamaya çalışırken (aşağıda ki fotoğrafta gördüğünüz gibi kırmızı ok uçuruma doğru işaret etmekte!)  Karşılarda kayalar içinde irili ufaklı küçük mağara ve oyuklar bulunmakta ve okların ulaştırdığı yerde ise!..

 “Aman Allahım!”  Uçurumun eşiğinde olduğumuzu görüyoruz!.. Burası vadiye açılan bir pencere adeta! yön işaretlerinin ardından aşağıya baktığımda; aşağısı 8-10 adam boyu!. peki de nasıl ineceğiz oraya? Görünürde ne bir merdiven var, ne de bir basamak! Yine bir ihmal edilişin sancıları içinde yol aldık. İçimizde hep aynı hüzün! Pes etmek yok, geriye dönmek olmaz! “ineceğiz bakalım ama nasıl?!” bastığımız toprak yağıştan dolayı hafif kaygan bir zemin aynı zamanda! başımıza bir hâl gelse, Allah’tan başka kimse yok ortalıkta! Bir yanda delicesine cesaret, bir yanda (bendenizde) korku ve panik! Heyecanımız hat safhada!

Şeytan Deresi Vadisi’ne kuşbakışı

Bu bakir alanda, kendi imkânlarımızla Adamkayalar’a ulaşacaktık bakalım! Sabaha karşı hafifçe çiseleyen yağmur, doğal olarak zemini kayganlaştırdığı için benim kayalıklardan aşağıya inmem pek mümkün olamadı! Sarp kayalıkların biraz aşağısına kadar inebildim ancak. Ve bir kaya parçasına resmen yapıştım kaldım! Ama sağ olsun eşim, çoktan gözden kaybolmuştu bile… Onu göremeyince biraz kaygı ve endişe içinde, sesleniyorum;

”nerdesinnnnnnnnnnn!!“  ama sadece kendi sesimi duyuyorum!.. “nerdesinnn!.. nerdesinnnnn!” hiç ses yok! Eşim beni duymuyor ama sesim öylesine yankılanıyor ki vadide! bu çok güzel, eğlenceli ve biraz da gizemli geliyor bana! bir vadiden diğerine, karşıdan karşıya, kayalarla konuşuyorum adeta!

“bir of çeksem karşı ki dağlar yıkılırrrrrrrrrrr” diyorum!  ama ne yıkılan var, ne de sesimi benden başka duyan!  dağlar tüm heybetiyle dimdik karşımda, yüzyıllar öncesinden selam veriyorlar bana! Bende o an, artık korkudan eser kalmıyor. Üstelik ne geriye dönebiliyorum, ne de ileriye! Bulunduğum yer bir insan boyunda ancak, yarım metrekare bile değil, öylece kala-kalıyorum! Hâl böyle olunca motivasyona ihtiyaç duyuyorum! keyifli bulduğum yankılanmalarla, karşılıklı konuşmaya devam ediyorum!

Sessizlik uzun sürünce endişeleniyorum yine! Çünkü eşimden hiç ses çıkmıyor! tekrar  sesleniyorum kendisine! bu sefer biraz daha güçlü çıkıyor sesim.

“ canım nerdesinnnnnnnn!..” sesim birden fazla yankılanıyor;  “nerdesinnnnnnnnn!” , “nerdesinnn!!” nihayet eşimden yanıt geliyor!.. “Adamkayalar’ın oradayım! fotoğraf ve video çekimi yapıyorum. Merak etme sen !””oldu etmem!”

Aslında eşimin sesi yakınlardan geliyor, ama nereden? bizdeki macera ve adrenalin öylesine hat safhada ki, sanki Indiana Jones’un film platosundayız!. 🙂

Adamkayalar

Adamkayalar, vadiden çok aşağılarda değil ancak kayalıklar oldukça sarp ve keskin! bu yüzden oldukça zorlu bir iniş bu ve bir de çıkışı düşününce! neyse ki şükürler olsun eşimden yanıt gelince rahatlıyorum! Ama hemen ekliyorum  “canım oyalanma fazla”

Ne de olsa aşağısı Şeytan Deresi! şeytan dolansa ayağımıza ve bir kaysak aşağıya! sonra kolayından öbür tarafa finitto!  gideceğiz cennet-cehennem obruğuna ama, henüz değil daha! önce  göreceğiz illa ki şu Adamkayaları işte.

Ben de bu esnada bulunduğum yerde kayalıklarda dolaşan kertenkelelere, küçük börtü böceklere, yapraklara ve aslında ürküten ama oldukça gizemli vadiye uzun uzun bakıyorum… ve o anları ölümsüzleştirmek için ben de kayıt altına alıyorum kendi makinamla… bir yandan da yankılanan sesimi kulaklarım duysun istiyorum. O heyecanla mırıldanıyorum bir iki kuple şarkı!.. ve nihayet eşim fotoğraf ve video kayıt çekimlerini tamamlayarak yanıma geliyor ve birlikte yukarı tırmanışımızı gerçekleştiriyoruz. Sonunda zafer bizimdir!

Şeytan Deresi Vadisi

Artık lokasyona hakimiz! Korku ve heyecan beni terk ediyor. Muhteşem vadiyi, uzaklarda denizi ve  Kız Kalesinin mağrur görüntüsünü, yüzyıla meydan okurcasına zafer işaretleri yaparak son bir kez daha bakıyoruz.

Taşlar, kayalıklar, tepeler, yamaçlar, kıyılar… kimi keskin bıçak gibi, kiminin yüzeyinde yüzlerce pars pençesinin izlerini andıran oluşumlar içinde… kimi oyuk oyuk, kimi sanki yerden fışkırmış, fosilleşmiş bir çiçek gibi…Derin ve uzun vadiyi gezerken gördüğümüz Adamkayalar, düş gücümüzün sınırlarını zorlatacak yolculuklara sürüklüyor bizi! Düşünsenize kaç yüzyıllık şaheserler bunlar! Nasıl tırmanmışlar buralara, nasıl da yüzyıllara meydan okurcasına güzel eserler bırakmışlar bizlere! Ama nereye kadar! Acaba halâ duruyorlar mıdır yerli yerinde?

Vandalizmin acı yüzünü yine burda da görüyoruz. Dağın içinde hazine saklı olduğunu düşünen define avcılarına kurban gitmiş ve bakın nasıl oyulmuş burası! Oysa Adamkayalar’a yapılacak küçük bir yatırım ile 24 saat güvenlik sağlayıp, biletle giriş yapmak yani burayı cazip bir ören yeri haline dönüştürmek turizm açısından olduğu kadar kültürel misyonumuza da önemli bir katkıdır. Adamkayalar’ın varlığı, Kızkalesi’ne ve turizm kenti olan Mersin’e çok daha farklı bir ivme kazandıracaktır. Mersin’de sahip çıkılması gereken en önemli kültürel miraslarımızdan biridir Adamkayalar.

Taşeli bölgesinde, yaklaşık 150-200 metrelik kaya duvarlarının üzerine oyulmuş, antik çağların izlerini taşıyan Adamkayalar vadinin en ilginç antik eserleridir. Bu gizemli kayaların kısaca tarihi hakkında bilgi vermem gerekirse;

Adamkayalar

Mersin’in Erdemli ilçesinde, Hüseyinler Köyü yakınında bulunan ve aşağıda Şeytan Deresi olarak da anılan Vadi’nin dik yamaçlarında ki kayalara oyulmuş olan bu kabartmalar;  MÖ.4. yüzyıldan Roma dönemine uzanıyor.  Dokuz niş içerisine alınmış; on bir (11) erkek, dört (4) kadın, iki (2) çocuk ve bir (1) dağ keçisi figürleri kayalara işlenmiş. Bu kabartmalar başlı başına bir sanat eseri. Hele ki Kızkalesi’ne bakan bu uçurumun yüzeyine işlenmiş olmaları bu kabartmaları son derece görkemli kılmış. Haksız mıyım?

Ve bu nişlerin alınlığına da bir Roma kartalı kabartma olarak yapılmış. Simgeler ne kadar önemli öyle değil mi! Tarihe damgasını vurmuş böylece!

M.Ö. 4. yüzyıldan itibaren yapılmaya başlanmış olan bu eserler, bölgenin antik dönemdeki yöneticilerine (asker-rahip krallar) ve ailelerine aitmiş. Adamkayalar hem üst düzey yöneticilerin gömüldükleri mezarlık, hem de belli zamanlarda yapılan anma törenleri için bir kült alanı imiş.

Kabartmalar, ölmüş olan önemli kişilerin anılarını yaşatmak üzere, yakınları tarafından yaptırılmış. Ölen kişi kimi zaman asker, kimi zaman ise rahip giysileri içinde resmedilmiş. Ve bazen de ölen kişi tek başına ya da çevresinde karısı, çocukları ve hizmetlilerinin bulunduğu bir ortamda tasvir edilirmiş.

Antalya’nın Aksu Çayı ile Mersin’in Limonlu Çayı arasında kalan; Taşeli Bölgesi ya da Antikçağ’daki adı ile ‘Taşlık Kilikya’ bulunduğu bölge itibari ile o kadar uyumlu bir ad olmuş ki!

Sarp kayalık bir alanda, uçurumdan inerek ulaşılan Adamkayalar’ın zorlu güzergâhı ürkütücü olsa da, dileriz bu bölge uzman bir rehber eşliğinde tıpkı Likya yolu gibi, Limonlu çayını takip ederek, yukarıdan değil de aşağıdan çizilecek bir rota ile macera ve doğa severlerin ilgi duyacağı bir parkura ve ören yerine dönüştürülebilir.

Siz de böyle bir bölgede, kutsal bir ırmağın törensi bir eda ile aktığı bu derin vadide, bir senfoninin notaları gibi kıvrılan antik patikalarda geçmişin izlerini sürmek istemez misiniz?

Hayal edin bir kere; çamların, sandal ağaçlarının, ardıçların arasında… taş döşeli patikalarda ve şırıl şırıl akan bir derenin yamacında yürüdüğünüzü! Üstelik geçmişi Romalılar’a hatta Hititler’e kadar uzanan Limonlu (Lamas) Köyü’nün limon ve muz bahçeleri arasından geçip, müthiş bir endemik doku içinde yol alırken… bir yandan Toroslar’ın evsahipliği yaptığı Yörükler’le, Türkmenler’le karşılaşıp onların doğayla uyumlu yaşamlarına tanıklık edebilir ya da Romalılar Devrin’den kalma su tünellerinin arasında antik çağların esrarında kendinizi bambaşka düşlerin kucağında bulabilirsiniz…

Sandal ağaçlarının zarif ve ağırbaşlı duruşlarına hayran kaldım!

 

Su kemerleri ve bentlerinin bu derin vadiler boyunca Romalılar tarafından nasıl tırmanarak yapılabildiğine şaşırıp kalırken… su kemerlerinin Korykos’a  kadar ulaştığını ve Romalılar’ın bu sayede Kız kalesi kentini 450 yıl boyunca neden egemenlikleri altına aldığını daha iyi anlayabilirsiniz. Çünkü hangi çağ olursa olsun tüm zamanlarda, su hayattır!

Ve ne kadar özel bir coğrafyada yaşıyor olduğumuzu gerçekleştirdiğimiz bu gezilerde çok daha iyi anlıyoruz. Diğer yandan büyük ihmalkârlıklar içinde kendi kaderine terk edilen nice antik kentlerimiz ve talan edilip, yağmalanan tarihi eserlerimizi düşününce de… sözlerim yine kifayetsiz kalıyor burada da!..

Bu kutsal vadide, yeşille sarının kucaklaştığı, kırmızı sandal ağaçlarına hayran kaldığımız gizemli doğa içinde… Adamkayalar kalyonunun görkemine son bir kez daha bakıp, elimde nergis çiçeği ile Kızkalesi’ne uzaktan el sallayarak veda ediyorum…

Esin Bozdemir

The following two tabs change content below.
Esin Bozdemir Balıkesir doğumluyum. Gurbetçi bir ailenin çocuğu olarak hayatımın kısa bir çocukluk dönemi Almanya’da, bir dönemi de eğitim amacıyla Londra’da geçti. Burada dil ve marketing eğitimi aldım. Profesyonel iş hayatım ise İstanbul’da çeşitli özel sektörlerin marketing, halkla ilişkiler ve yönetim kadrolarında çalıştım. Eğitim ve iş hayatıma bağlı olarak yurt dışı seyahatlerim beni farklı coğrafyalardan, farklı kültürlerden insanlarla tanıştırdı. Bu durum benim hayata bakışımı şekillendirdi. 2009 yılından itibaren ‘İzler ve Yansımalar’ adı altındaki bloğumda kültür-sanat, seyahat ve yaşama dair yazılar yazmaktayım. Bunun yanı sıra resim sanatında da çalışmalarımı aralıksız sürdürmekteyim. https://www.instagram.com/esin_bozdemir_art/ https://www.instagram.com/izlerveyansimalar/ https://www.esinbozdemir.art/
BU SAYFAYI PAYLAŞ

.