Akdeniz’in incisi Kekova ve Simena Antik Kenti

Işık ülkesi Lykia’nın zengin mirasını, yörük geleneğinin ilginç yaşamıyla harmanlayan; sırları halen daha çözülememiş batık bir kent, insansız bir ada; antik kentler ve şirin köyleriyle dünyanın en güzel mavisiyle dalgalanan koyları arasında Akdeniz’in incisi Kekova.

Antalya’nın Demre (Eski adı ile Kale) ilçesine bağlı Üçağız‘ın merkezinde yer alan bu bölge adını kıyıya paralel uzanan Kekova Adası’ndan alıyor. Theimussa Antik Kenti ile iç içe olan Üçağız, Kekova bölgesinde karayoluyla ulaşılan tek yer. Doğal bir liman görünümünde olan bu koyda her yer antik kalıntılarla dolu. 1. Derece doğal ve tarihi sit alanı olan Üçağız’da yapılaşmaya izin verilmiyor.

Dantel gibi koyların, turkuaz mavisiyle bütünleşmiş yemyeşil ormanların arasından geçerek, harika bir yol seyrinin ardından Üçağız’a ulaşıyoruz.  Üçağız’da gözümüze çarpan ve yamaçları boydan boya kaplayan katırtırnakları, burcu burcu kokan kekik ve adaçaylarının dört bir yanımızı saran doğal esansı içinde gönlümüzü çelen Kılınçlı Köyü’nde küçük bir mola veriyoruz.

Kekova

Burada rengârenk çiçekler ve sarmaşıklar arasında şirin bir bahçede adaçaylarımızı yudumlayıp dinlendikten sonra, yörenin nesi meşhurmuş öğreniyoruz. İlk önce şifa verdiğine inanılan yöreye özgü otlardan ‘çalba’ yada ‘şalba’ da denilen kekiklerden ve -Adaçayının küçük elmaya benzeyen tohumlarından damıtılarak elde edilen ve birkaç damlası dahi her derde deva- elma yağı’ndan aldıktan sonra artık keşif zamanı!

Rotamız Kaleköy. Eski bir Rum balıkçı köyü olan Kaleköy, aslında yarımada şeklinde ama buraya ulaşım sadece denizden gerçekleşebiliyor.

Yaklaşık 5 kilometrekarelik yüzölçümüne sahip Kekova Adasında insan yaşamıyor. Lykia dilinde “Dolichiste” olarak adlandırılan adanın yaz aylarındaki ziyaretçileri çoğunlukla tekne yolculuğu ile gelen turistler oluyor. Biz de Türkiye’nin Dalmaçya tipi kıyıları olarak da bilinen bu harika koyu ve antik adayı Mustafa kaptanın rehberliğinde gerçekleştirmeye karar veriyoruz.

Kaleköy Simena Kalesi

Tekne gezimiz süresince, işini severek yapan kaptanımızın rehberliğinde bir yandan antik kentin kalıntıları hakkında önemli ayrıntılara kulak verirken bir yandan da muhteşem manzaranın doyumsuz seyrini yaşıyoruz.
Ve keyifli tekne gezisi ile Kaleköy’e ulaşıyoruz. Simena Kalesi kollarını açmış bizi bekliyor.

Simena Kalesine bir an önce ulaşmak amacıyla rengarenk çiçekler, sarmaşıklar ve tahta evlerin arasından tepemizdeki kızgın güneşe aldırmadan küçük bir tırmanış gerçekleştiriyoruz.

Simena Kalesi

Kaktüsler ve bengovillerle süslenmiş taş evler Kaleköy’e ayrı bir renk katmış. Tırmanışımız esnasında arada bir ardımıza bakmayı da ihmal etmiyoruz. Çünkü manzaramız harika.

Simena Antik Kenti ve Simena Kalesi

Ve tırmanışın sonunda işte o an! Bambaşka bir âlemdeyiz, Yoksa cennette miyiz!
‘ işte budur ! yaşamın sırrı bu! ‘ bir de ’Simena’ dan seyreylemek  manzarayı!..

Zamanın durduğu bir yerdeyiz şimdi. Bir rüya gibi! Bazen anlatmak mümkün değildir o duyguyu, kelimeler yetersiz kalır ya hani!  işte ancak o kadar olur, yaşamak gerek!  Çünkü bilirsin, yaşayamadığın durumlarda, işte o yaşadıkların, yanına kâr kalır!

 

Simena Kalesi’nden kuş bakışı – Kekova Adası ve çevredeki muhteşem manzarayı izlemek tek kelime ile eşsiz bir deneyim.  Kayalık ve alçak bir tepe üzerinde yer alan Kale, bugün denizin içinde kalmış bir sur parçası ve kentin doğu ucundaki kayalara oyulmuş iskele ile kentin bir zamanlar ne denli görkemli bir hayat sürdüğünü bize anlatır gibi!

Ortaçağda kullanıldığı söylenilen kalede yer alan ve yalnızca yedi oturma sırası bulunan tiyatronun Lykia kentlerindeki en küçük anfi tiyatrosu olduğu biliniyor.

 

Kaleköy’de Simena Kalesi’ni ve yakın çevreyi dolaştıktan sonra yeniden teknemize biniyoruz. ‘Yeni rotamız acaba şimdi nereye ?.’ Kaptanımızın rehberliğinde doyumsuz manzaranın, güneşin ve denizin keyfini sürmeye devam ediyoruz.

Kaleköy’den Batık Kent’e geçiyoruz. Depremler sonucu 1.5 metre çöken ve sular altında kalan batık kenti bize rehberimiz, teknenin tabanındaki akvaryum bölmesini kaldırarak sualtındaki amforaları ve mimari yapıları görmemizi sağlıyor.

Batıkkent Kekova

Adanın denizle birleştiği noktada çok sayıda eski antik liman ve yapı kalıntıları gözümüze çarpıyor. Kale ilçesinde, Üçağız Köyünün yakınında yer alan Theimiussa Antik Kenti‘nin tarihi İ.Ö. 4. Yy. a kadar uzanıyor.  Lykia kentinden geriye kalanlar çok fazla olmasa da sayısız Lahit Üçağız’ın her tarafına yayılmış sapasağlam duruyor.

İki bin yıl kadar önce (İS. 141 ve240’da) iki büyük deprem oluyor ve deprem sonucunda kent 1.5 metre kadar sulara gömülüyor. Bugün Simena Antik Kenti’ ne ait kalıntıların bir kısmı bu yüzden suların altında.

Kentin karadaki kalıntıları üzerinde ise Kaleköy yerleşimi kurulmuş. Özellikle suların üstündeki büyük lahit görülmeğe değer!. Teknemize binerek rehberimizin belirlediği rotadan ilerliyoruz. Kapaklı Köyü’nün güneyinde Gökkaya Koyu’nun olduğu yerde rehberimiz anlatmayı sürdüyor.

Likya Mezarları, Kekova

Kekova’nın Demre istikametindeki Gökkaya Koyu doğal bir liman özelliğinde, sadece billur gibi denizi değil, kıyısında yer alan anıtsal girişi, su sarnıçları, mezarları ve Bizans devrine ait kilisesi ile küçük Lykia Kenti  İstlada sessizce selamlıyor bizleri. Ardından yine Kekova’nın bir başka koyu Değirmenlik’ te mola veriyoruz. Üçağız Köyünün batısında yer alıyor Değirmenlik Koyu. Bu sefer serinlemek için koyda, ışıkla dans edercesine yüzmek var sırada.)

Tersane Koyu

Antik dönemde Batı Anadolu kıyılarının uğrak limanlardan biri olduğu bilinen Kekova’da bugün suların altında kalan dükkânların, bir zamanlar değerli eşyaların satıldığı canlı birer alışveriş merkezi olduğunu düşünmek insanı gerçekten ürpertiyor. Ne çok sarsıntılar yaşanmış, ne çok sular akmış ayaklarımızın altından! ve nice canlar kayıp gitmiş. Yaşam tuhaf bir döngü! Daha fazla dalmadan derinlere, yola devam ediyoruz yine. Batık Kent’in ardından Tersane Koyu’na yaklaşıyoruz. Burası Antik Çağda gemi inşa ve onarım üssü olarak kullanılıyormuş.

Kekova

Tekne gezimizin son durağı Aperlai oluyor. Pırnal meşe ağaçlarının gölgesinde ilerlerken, mor ışıklı renkleriyle arapsümbülleri’ nin, çitlembik ve ahlatların arasında, yaklaşık 1.5 saatlik yorucu ama keyifli yürüyüşümüzün ardından küçük boyutlu bir Likya liman kenti olan Aperlai Antik Kenti’ne ulaşıyoruz. Aperlai, ortaçağa kadar yalnızca burada yetişen bir tür deniz salyangozundan elde edilen mor boyası ile de ünlü. Bizans’ta soyluluk göstergesi olarak bilinen erguvan renkli kumaşların, buradan elde edilen boya ile renklendirildiği söyleniyor.
Yine Aperlai’da da her yer Likya tipi mezarlarla dolu. Bir kısmı tepeye doğru uzansa da çoğu kalıntı suyun altında. Doğanın kokusu, kadim çağların izleri, sessizlik ve huzur sarıp sarmalıyor bizi.

Kekova ve çevresi tüm özgün yanları ve sahip olduğu biyolojik zenginliği ile abartısız Türkiye kıyıları içinde belki de en iyi korunmuş alanlardan biri. Umarız bu güzelim belde koruma ve kullanma dengesi arasındaki o çizgiyi muhafaza edebilir!

Ve ayrılık vakti geliyor.

Sessizce veda ederken Kekova’ya, bu koylar hep böyle kalsın istiyoruz. Hep böyle bakir!

Esin Bozdemir

The following two tabs change content below.
Esin Bozdemir Balıkesir doğumluyum. Gurbetçi bir ailenin çocuğu olarak hayatımın kısa bir çocukluk dönemi Almanya’da, bir dönemi de eğitim amacıyla Londra’da geçti. Burada dil ve marketing eğitimi aldım. Profesyonel iş hayatım ise İstanbul’da çeşitli özel sektörlerin marketing, halkla ilişkiler ve yönetim kadrolarında çalıştım. Eğitim ve iş hayatıma bağlı olarak yurt dışı seyahatlerim beni farklı coğrafyalardan, farklı kültürlerden insanlarla tanıştırdı. Bu durum benim hayata bakışımı şekillendirdi. 2009 yılından itibaren ‘İzler ve Yansımalar’ adı altındaki bloğumda kültür-sanat, seyahat ve yaşama dair yazılar yazmaktayım. Bunun yanı sıra resim sanatında da çalışmalarımı aralıksız sürdürmekteyim. https://www.instagram.com/esin_bozdemir_art/ https://www.instagram.com/izlerveyansimalar/ https://www.esinbozdemir.art/
BU SAYFAYI PAYLAŞ

.