Jale Elhadef Sibel Sicimoğlu Söyleşisi

Söyleşi – Yorum, Şubat 2022, Budapeşte
Jale Elhadef – Sibel Sicimoğlu

Aslına bakarsanız bu söyleşiyi Sevgili Jale’nin Budapeşte’deki evinde yüz yüze gerçekleştirip, oradan Amsterdam’a kızıma gitmeyi planlıyordum. Fakat şartlar el vermedi.
Biz de “Söyleşi – Yorum” un bu bölümünü teknolojinin “Eposta, Zoom, Facetime” gibi enstrümanları aracılığıyla gerçekleştirdik.

Öyleyse: Hoş geldiniz Sevgili Okur, başlıyoruz!

Sibel Sicimoğlu:

Merhaba Jale’ ciğim;
“Korona Günleri” hepimizin hayatında köklü değişikliklere neden oldu. Fakat Amin Maalouf
“Yazarlar gerçeği saklamak için onu makyajlamamalıdır. İkinci sorumluluk ise umutsuzluğa kapılmamalarıdır” diyor. Bu deyişe katılıyor musun?

Jale Elhadef:

“Korona Günleri” köklü değişikliklerinin “olumlu” yönlerine konsantre olmakla başlayalım o zaman. Hepimizde “ezber bozan” en az iki üç tane “yeni yaşama biçimi oluşturduğu” bir gerçek. Amin’in bu deyişi bana atalarımızın “Güneş balçıkla sıvanmaz” söylemini anımsattı. Gerçek istesek de saklanmaz. Bir yazar, her durumda “farkındalık yaratmalı”. Asıl amacı olmasa bile, bir şekilde yazdıkları ile bu sonuca ulaşması gerekir diye düşünüyorum. Kendi kendine çalıp oynasa da onu dinleyen, okuyan her kişi kendi adına bir çıkarımda bulunmalı. Günün sonunda bir kazanımı olmalı. Zira “zaman” çok kıymetli. Geri gelmediği için onu harcarken oldukça dikkatli olmamız şart.

Evet, yazar; “gerçeği saklamak için onu makyajlamamalı” ama “farkındalık yaratmak için farklı kurgularla” dikkat çekmeyi başarmalı. Bunu yaparken de asla yılmamalı. En karanlık akşamın ardından güneşin doğduğunu hatırlamalı. Yazarın, küçük ya da büyük ölçüde hitap ettiği bir kitle var. Görüşlerini takip eden, bakış açısını seven insanlar için yazmaya, farkındalık yaratmaya devam etmeli. Bu çabası onu daha da geniş kitlelerle elbet bir gün buluşturur.

Sibel Sicimoğlu:

Mavi Gelincik’ in baş karakteri Deniz, Maalouf ile aynı kanıda sanki, ne dersin?

Jale Elhadef:

Deniz, ailesinin yüklerden arınma yöntemini küçük yaşta fark eden, akıllı bir kız. Bu sondan nasibini almamak için üniversite okumaya İstanbul’a geliyor. Sıfırdan zirveye, dünyaca tanınan bir Şef oluyor.

Mavi Gelincik’te ilişkiler ve olaylar, dün ve bugün örüntüsünde heyecanlı bir serüven olarak akıyor. Makyaj yok, tüm çıplaklık ortada. Sadece bunu göz önüne serme şekli biraz farklı. Çok basit, sıradan başlayan, şatafatlı, çetrefilli devam eden renkli bir hayat… Kağıt üzerinde gözükmeyen aile ilişkileri, gerçekte tek bir arkadaş yok.

Ne kadar kaçsa, Deniz de “akşamdan sabaha ağırlıklarından kurtulmayı başarıyor!” Deniz’i tanıdıkça, günahın masumiyet ile bağlantısını sorgulayabilirsiniz. Buraya kadar Amin ile yakın duruyor olabilir.

Kitabın sonundan sonraki sonda “umut” var mı bunu okuyucuya bırakalım istersen. İncecik bedeni ile betonda, taşta dahi olsa hayata sımsıkı tutunan “mavi gelincikler” in bir yansıması mı Deniz? Asırlardır süre gelen, tazecik tomurcukların açmadan solmasına sebep olan “çocuk evlilikleri” ne “HAYIR” diyebilecek bir değişimin öncüsü olabilecek mi? Buna okuyucu karar verecek.

Sibel Sicimoğlu:

Nasıl tanımlarsın yazar Jale Elhadef’ i? Bu noktaya hangi yolları kat ederek geldi? Hedefleri neler?

Jale Elhadef:

Her koşulda üretmeyi seven bir yazar olarak tanımlarım kendimi. “Kağıt, kalem” hayata tutunma şeklim. Şimdinin deyişiyle “klavye, tuşlar”. Kafamı toparlamak için renkler aleminde kaybolur; boya, tuval, taş, tahta ve hatta kıl, tüy, keçe ile oyalanırım.

Aldığım temel eğitim “iletişim”. Sözel ya da görsel, işimi en doğru şekilde yapmaya çalışıyorum. Profesyonel yaşantının bana kazandırdığı sorun çözme yetim, eş zamanlı yürüttüğüm farklı rollerden edindiğim kazanımlarım, doymak bilmeyen okuma, araştırma arzum sayesinde bugüne geldim. Eşim, oğlum, ailem ve dostlarımın üzerimdeki katkısını da eklemem gerek.

Kaybolmaya yüz tutan okuma alışkanlığını, her yaşta bireye, yeniden kazandırmış bir yazar olarak anılmayı çok isterim. Hayat kısa. Yaşayarak göremeyeceğimiz, öğrenemeyeceğimiz, tadına varamayacağımız, ders çıkartamayacağımız sayısız deneyim var. Okuyucu; her bir kitabım ile yıllar içinde hayata iz bırakan olayları öğrenip, kalplerde yer eden duyguları yaşayıp, dünyanın dört bir yanındaki yerleri görüp, belki de hiç rastlaşmayacağı insanlar ile tanışma fırsatı bulacak satır aralarında. Her kitapta farklı bir kurgu, sade bir dil kullanmaya özen gösteriyorum. Teknoloji dünyasında, mavi ışık altında kaybolmuş, kafası karmakarışık, unutkan, dalgın insanlarla çevriliyiz. Okur; kitapları araladığında eskiden olduğu gibi, okumaktan keyif alsın. Yeniden odaklansın, kendine ayırdığı zaman sonrası mutluluk duysun, kendi adına bir çıkarımda bulunsun diye kendimi yenilemeye gayret ediyorum.

“Neden Ben?”, “Beyazın Karanlığında” ve “Mavi Gelincik”.

 Bu romanların kahramanları Leyla ve Deniz aracılığıyla sosyolojik tahlillerle de karşılaşıyor okuyucu. Bitmiyor. Kurgusal dahi olsa, direncin ve gerçekliğin birlikte yolculuğuna edebî, dramatik bir yapının içinde tanıklık ediyor. Jale Elhadef, belli ki adım adım ilerliyor. Okuma alışkanlığını ‘Okuma Akışkanlığına’ çevirerek önce okur dostları olsun istiyor. Peki bu karakterler nasıl doğuyor?

 Sanki; sonraki adım, canımızı yakan konularda toplumsal bir konsensus sağlamak. Ortak payda arıyor musun? Spoiler vermek gibi olsa dahi soracağım. Üzüldüğün konular var mı Türkiye ile ilgili? Neler onlar ve tabii çözümler var mı zihninde?

 Hikayemi yaşatacak, ete kemiğe bürünecek karakterleri ortaya çıkarmak işin en keyifli ve bir o kadar da zor kısmı benim için. Dediğin gibi hayal ürünü, kurgusal olsa da tutarlı olmak için üzerinde çok çalışmak gerekiyor. Temelde ana karakter(ler)i belirleyip, kurgu örüntüsünden de yan karakterleri oluşturuyorum.

Sonrası kolay sanmayın. Birbirleri ile ilişkileri, taşıdığı rollerle beraber hemen hazır gelmiyor tabii. Her tip kendine özgü, artıları ve eksileri var. Arızaları olan kişileri yaratıp onca olumsuzluğuna rağmen sevdirmek en büyük başarı bence. Güzele, iyiye sempati duymak kolay, neden aramaya gerek yok.

Karakterler; geçmişin izleri, kişilik özellikleri ve kendilerine biçilen görevler sayesinde hikayeyi başından alıp sona götürüyor. Kimine kızıyoruz, sinirleniyoruz. Söylemediği bir sözden, yeri geldiğinde tavrından dolayı yadırgayıp yargılıyoruz. Sevdiğimiz karakterler mutlu olunca biz de oluyoruz. O, hikaye örüntüsünde kaybolduğunda, sorulara cevap arayışında olduğunda biz de onunla dağılıyoruz.

Alışkanlık, bu noktada başlıyor. Eğer yazarı severseniz diğer kitapları ile bu alışkanlığı, akışkanlığa dökebiliyorsunuz. Bir bakmışsınız her gün birkaç bölüm okuyorsunuz…

“Neden Ben?” ile Leyla ve Mert girdi hayatımıza. Fiziksel özellikleri en kolayı. Kaşı gözü, boyu kilosu, tipinin belirgin yönleri dökülüveriyor çabucak. Sosyolojik tahlilde, statüsü, bireysel rolleri şekilleniyor. İşin detayı ise psikolojik boyutunda. Neşeli olduğunu yazıp geçemiyorsun. Yaşadığı heyecanı, dışa yönelik duruşunu, enerjisini, olumlu yansımasını, yaratıcılığını ortaya çıkaracak olaylarda yansıtmak gerekiyor. Ya da üzgünse; yalnızlığı, yetersizliği, utangaçlığı, çekingenliği, suçluluğu, belki de bunalımlarını hoyratça ortaya dökmek gerekiyor.

Tabii dozunda, ne bir eksik ne bir fazla. Boğmadan. Okudukça keyif vermeli onların içinde olmak. “Neden Ben?” de Leyla ve Mert’e eşlik eden güçlü bir ekip kurdum. Melahat Hanım, Merin, Melih, Semih, Mine, Dr. Ufuk, Ayten Hanım, Serdar Bey, Aylin, Ayhan Bey, Doris, Ömer Bey, Berke, Yankı, Okan, Ali işte böyle doğdu.

“Beyazın Karanlığında” ilk romanımın devamıydı, dördüncü kitabım. Leyla ve Mert’in ilişki çıkmazını çözmeye çalışırken bazı rolleri geriye çekip yeni karakterler çıkardım ortaya. Afitap, Aydın, Jasmine, Adrian, Serhan ile daha da derinlerden nefes alıp verip, düğümleri çözdük.

Yeni romanım Mavi Gelincik’ de Şef Deniz hepsinden başka. Daha sıcacık sayfaları, okurun elinde soğuyor neredeyse. Annesi Mükedder, Babası Uluer, Aşiret Reisi Korçan Bey, Komşu Huma Abla, Babaanne Şefika Hanım, pek bir değerli eşleri sırasıyla Ediz, Enis, Ekin, bebek Erim, Kayınvalide Tant Janti, Komiser Kemal Kaan, Kardeş Hüseyin ve diğerleri… Sohbet eder gibi yazdığım yarım asırlık bir ömür. Coşku ve heyecanımı olabildiğince akıcı, duru ve yalın kelimelere aktardığımı düşünüyorum.

 Andre Gide’nin dediği gibi: İnsan, kıyıyı kaybetme cesareti olmadan yeni denizler keşfedemez!” ben de size yeni denizler keşfetmeyi vaad ediyorum. Daha çok okur dostuna sahip olmak istediğim kesinlikle doğru. Mesela, Tant Janti’yi, Afitap’ı herkes tanısın istiyorum.

Gelelim ortak payda sorunuza; öncelikle “bireysel farkındalık yaratmayı” amaçladım.

Çıkış noktası olarak “toplumsal bir uzlaşı” sağlamayı hedeflemedim. Hepimizin durduğu noktadan, geçmişinden getirdiği birikimden, günlük ya da o an taşıdığı psikolojiden, sahip olduğu algıdan okuduğu satırları değişik yorumlaması gayet olağan. Matematik problemi çözmek, ille de doğru cevabı bulmak gibi bir sorumluluğu yok okuyucunun.

Kişinin satır aralarında kendisi için çıkaracağı “kazanım” lar var. Kendine yakın ya da uzak, doğru ya da yanlış, sahipleneceği ya da kabullenmeyeceği olgular, kişiler, olaylar, ilişkiler, davranış biçimleri ve daha nice nice çıktılar… Bunlar görülsün istiyorum. Leyla, Mert, Şef Deniz o zaman amacına ulaşacak. Birey olarak bu olgunluğa vardığımız noktada, saygı çerçevesinde ortak paydada buluşulacağına inanıyorum.

Mantığı ağır basan biri olsam da her vicdanlı insan gibi benim de üzüldüğüm konular ne yazık var. Belli bir coğrafyadan ziyade çoğu özünde “nefes alan varlıklar” ile ilgili. İnsan, hayvan ya da bitki örtüsü fark etmiyor. Şifa bekleyen bir bebek, eziyet gören bir hayvan, yanan bir ladin ve/veya benzerleri…

Sorunun çok farklı açılımı olabilir. Kaynağı; eğitim eksikliğinden, yaşam koşullarının yetersizliğinden, genetikten kaynaklanabilir.

Olanaklar çerçevesinde; bireysel ya da sivil toplum kuruluşları aracılığı ile ihtiyaç sahiplerine ulaşmaya çalışıyorum. Gönül, herkese yetişmek istiyor ama malum imkanlar sınırlı. “Deniz Yıldızı” nın hikayesi gibi… Belki hepsi için değil ama elimizin uzandığına bir faydamız dokunabilir, önemli olan bir yerden başlamak. Benim de yaptığım bu.

 

Söyleşimizin sonuna yaklaşıyoruz ancak sondan önceki sorumuz olsun bu soru.

Kimi yazarlar vardır, -kendimden yola çıkarak da söyleyebilirim- yazarı sevmem, üslubu, edebi ve şahsî duruşu bilirim ki beni zorlar hatta itebilir fakat o yazarı okumazsam bilirim ki çağdaş edebiyat ile ilgili bildiğim eksiktir. Bunu şunun için soruyorum; sen kendinde böyle bir noktaya gelme ihtimalini varsayıyor musun? Bahsettiğim nokta enteresan bir doruk noktası mıdır? Zira artık okur kitlen değişmiş mi oluyor? Neler söylemek istersin Jaleciğim

Yılmadan araştırmaya, sürükleyici hikayelerle zemini sağlam kurguda çalışmalarımı kaleme almaya devam edeceğim. Satırlarımda yaşayan onlarca karakter hiç umulmadık zamanlarda okurların hayatına akacak.

Kendimi ya da yazılarımı sevdirmek için yazmıyorum. Durduğum noktada, körelmiş bakış açılarını bilemek, şekillendirip, umut için çıkış yollarını aydınlatabilirsem ne mutlu bana.

Yeniliklere açık zihinler; süreç içinde, kitaplarımla tanıştıkça, beni tanıdıkça doğru kararı verecek. Yazılarımı layık gördüğü yerde değerlendirecek. En iyisi olması için gayret sarf ediyorum. Gerisi okuyucunun takdiridir.

“O nokta doruk noktası mıdır?” dersen yazmanın sınırı yok. Hedefe ulaşıldığında heyecanı geride kalır, önümüze bakıp yenilerinin peşinde koşarız. Satır sonuna konan her nokta ardından büyük başlangıçlara vesile oluyor. Düşünceler kağıda dökülmeye başladığında beni götüreceği yerleri belirlediğimi düşünüyorum. An geliyor, bakıyorum kalemime söz geçiremiyorum. Bazen alıp başını kendi direttiği yerlere sürüklüyor beni. Keyifli bir serüven ve ben yazarken mutluyum. Bakalım okur da aynı iştahla yola çıkmaya hazır mı?

Minik bir not: Bazı yazarların kitaplarını okurken daraldığım doğrudur. Farklı edebi topluluklarda tanımlansalar da bazıları pek bir trend olanlardan üstelik. Bir iki kitabı sonrası bakıyorum yine aynı tatsız ruh haline sokuyor beni, öylece bırakıyorum. Önüme bakıyorum. Zaman değerli, yazın leb-i derya! Keşfedilecek çok eser, bir o kadar yazar var. Sürekli önüme çıkan taşa takılıp düşeceğime yanından geçer, üstünden zıplar beni besleyenle yoluma devam ederim. Naçizane, ben böyleyim.

Jale’ciğim geldik “Söyleşi – Yorum” un son sorusuna:

“Buraya kadar kitaplarından bahsettik, oysa ben seni keçe tasarımcısı olarak tanıdım. “Keçe” den bahsedelim mi biraz… Toparlayalım son sözünü soralım, ne dersin?

Yazmanın yanı sıra resim yapmayı seviyordum. Yağlı, akrilik, suluboya… Farklı bir şeyler denemek istedim. Tam da profesyonel yaşantıdan ayrıldığım dönemde beni meşgul edecek bir uğraş arayışına girdim. Sanatın dalları arasında gezinirken “Unutulmuş Türk El Sanatları” ndan “Islak Keçe” ile tanıştım. Bambaşka bir dünya. “Doğal, renkli, yaratıcılığın ucu ötesi yok; işte tamam budur!” dedim.

Keçe yapmayı öğrenirken, bir taraftan da öğretmeye başladım. Evde bir atölye kurdum. Workshoplar (uygulamalı öğreti) yapmaya başladım. Hızımı alamadım “Kechie by Jale Elhadef” adı altında kendi markamı yarattım. Açık Atölye’ ye katılmam ve sizlerle tanışmam işte o dönemdeydi.

Yazı yazmak önceliğim olsa da “keçe” ile de uğraşmak büyük keyif veriyor. Tüyden, liften kumaş dokumak, tasarlamak üstelik dikişsiz olarak bunları giyilir hale getirmek çok keyif veriyor.

Şapka, şal, bileklik, eldiven, çanta, kaban, panço, çizme, patik, bluz, ekmek sepeti, bardak altlığı, şaraplık aklınıza ne geliyorsa keçeden yapmak mümkün. Her biri özgün, tek. Haliyle özel ve kıymetli tasarımlar çıkıyor ortaya.

Budapeşte’de de keçe öğrenmek isteyenler oldu. Yazmaktan fırsat bulup programları oluşturamadım. Ancak gelen siparişlere yetişiyorum. Elbet onun da sırası gelecek.

Son sözüm: Lütfen pozitif değerlere odaklanalım, enerjimizi tüketmek yerine üretmek için harcayalım. Çok okuyup, çok öğrenelim. Hayatı dopdolu yaşayalım. Keyifli söyleşi için kocaman teşekkürler…

 

The following two tabs change content below.

SİBEL SİCİMOĞLU

Sibel Sicimoğlu , 1962 istanbul Doğumludur. Uluslararası Pazarlama ve İşletmecilik lisans ve yüksek lisansını Marmara Üniversitesinde tamamlamıştır. 1988 ‘yılında başlayarak 25 yıl Enerji Otomasyonu konusunda işveren ve yönetici olarak çalışmıştır. Oto didaktik olarak 1996’dan bu yana ise resim , seramik heykel çalışmaktadır. Ulusal ve uluslararasi pek çok solo sergisi olmuş , karma sergilerde yer almıştır. 2014 yılında SöyleşiYorum platformunu kurmuş bu şemsiye altında bugüne değin Prf. Zahit Büyükişleyen , Prf. Tomur Atagök ve daha pek çok değerli sanatçıyla söyleşiler gerçekleştirmiş ve yayınlamıştır. Çalışmalarına İstanbuldaki atölyesinde devam etmektedir.

Son Yazıları SİBEL SİCİMOĞLU (tüm yazıları)

BU SAYFAYI PAYLAŞ

.