Kanlıdivane – Antik Olba ve Prenses Aba’nın Öyküsü

Doğu Akdeniz’e gerçekleştirdiğimiz antik kentler gezimizin destinasyonlarından olan Adamkayalar’ı ziyaret ettikten sonra planımız tepeden kuşbakışı gördüğümüz gizemli Kızkalesi’ne akşam güneş batmadan bir an önce varmaktı. Oysa bizi başka bir sürpriz bekliyordu. Erdemli Silifke yolu üzerinde ‘Kanlıdivane’ yazılı tabelayı görünce tereddütsüz yönümüzü kuzeye, Toroslara çeviriyoruz. Burası Silifke yolunun 15. km. sinde Ayaş yöresinde ve Mersin merkezine de 45-50 km. mesafede.  Anayoldan 3 km sonra nihayet antik kente ulaşıyoruz. Bizi ‘Cennet ve Cehenem Obruğu’ gibi ürpertici, kocaman bir çöküntü ile üzerinde antik bir yapı ve çevresindeki kalıntılardan anlayabildiğimiz kadarı ile koskocaman bir kent karşılıyor.

Bugün Kanlıdivane olarak adı geçen ören yerinin, Antik dönemde Dağlık Kilikia sınırları içinde kalan Kanytella olduğunu öğreniyoruz. Burası 60 m derinliğinde, kayalara oyulmuş basamaklarla inilen bir obruğun kenarını kaplayan bir yerleşim yeri. Yazıtların belgelediğine göre İÖ 2. yüzyılda Olba Hanedanlığı’na bağlı olduğu ve denize açılan yolun ise liman görevini üstlendiği tespit edilmiş. Yapılar Erken Bizans dönemine ait. İmparatorluk Dönemi mezar yapılarının kalitesi ve sayısı yerleşimin Roma zamanında önemli bir refah düzeyine ulaştığının da bir göstergesi.

Geniş bir obruğun çevresinde Antik Olba Krallığı‘nın kutsal bir yerleşimi olarak kurulan ve antik adı ‘Kanyteleis’ olan yerleşim hakkındaki en eski belgeler MÖ 3. yüzyıla ait bazı yazıtlarda görülmüş. Ve buranın 19. yy. ortalarında Batı dünyasınca bilinir hale gelen geniş bir obruğun çevresinde oluşturulmuş Olba Krallığı’nın kutsal yeri olduğu tespit edilmiş. İS 408 yılında ise Bizans İmparatoru II. Teodosyus Neapolis burayı, ‘Yenikent’ adıyla bir kent yerleşimine ve kutsal bir Hristiyanlık merkezine dönüştürmüş. En parlak dönemini İS 4. yy. yaşamış. Antik Olba Krallığı’nın kutsal yerleşimi olan kentin tarihi MÖ 3. yy.a kadar uzanıyor.

Aşağısı derin bir uçurum görüntüsünde olan bu geniş obruğun (çöküntünün) etrafında kesme taştan yapılmış bazilikalar, kaya mezarları, anıt mezarlar, kaya kabartmaları, sarnıçlar, caddeler ve semerdam lahit kapakları bulunuyor.

Kanlıdivane’de Prenses Aba Ailesine ait kabartmalar

Doğal bir çöküntü alanı olan ve 60 metre derinliğinde geniş obruk etrafında kurulmuş olan kentin bir de efsanesi var. Efsaneye göre Roma çağında suçlular bu derin çukura atılıp vahşi hayvanlarca hunharca öldürülürmüş. Bu yüzden bu çukur, halk arasında “Kanlı Divane” olarak anılmış.  Biz her zamanki maceracı ruhumuzla, ‘bu derin çukura nasıl inebiliriz? ‘ sorusuna yanıt ararken… halâ mevcudiyetini korumuş olan antik basamakları görünce, küçük bir tereddüt yaşasak da heyecanımızın önüne geçemediğimiz için aşağıya doğru inmeye karar veriyoruz. Bu bakir alanda sarnıçlar, otlar, çalılar arasında, antik basamaklardan dikkatlice adım atarken  bir anda karşımıza harika kabartmalar çıkıyor.

Bu kabartmalar derin bir çukurun içinde yer alıyor. Çukura inmeden önce göremediğimiz bu kabartmaları ancak çok dikkatlice, dürbünle bakıldığında seçebileceğiniz bir noktada.

Prenses Aba Ailesine ait kabartmalar

Obruğun içerisinde, güney duvarında yer alan bu kabartmaların Prens Aba ailesine ait kabartmalar olduğunu öğreniyoruz. Kabartmaların MÖ 1. yada MS 1. yy.da yapılmış olduğu düşünülmekte. 4X2 m. boyutlarında ki bir niş içinde yer alan kabartmaların, kaba bir işçiliğe sahip olduğu söylense de…‘nesi kaba bunun!’ demeden duramıyor insan. Kolay mı o kayalara yontabilmek bu kabartmaları! Bir de bulunduğu yeri göz önüne getirince!

Kabartmanın sağ tarafında 5 satırlık bir yazıt buluyor. Bu yazıtta aile fertlerinin isimleri yer alıyor. Aile altı kişiden oluşuyor: baba ve anne dört çocuğunun yanında oturuyor. Bunların biri erkek, üçü kız çocuğu. Yağmur sularıyla toprak rengine bulanan bu kabartmalar nedeniyle kente bir başka inanışa göre, ‘Kanlı Divan’ denildiği ve zamanla Kanlıdivane’ye dönüştüğü de anlatılıyor. Merdivenlerle inilen çukurun, büyüklüğünden ötürü tanrısal olduğu düşünülmüş ve kent tarih boyunca hep dinsel bir merkez olmuş.

Ve basamaklardan biraz daha aşağıya doğru indiğimizde… karşımıza savaşçı bir asker çıkıyor:)

Kuzey yamaçta karşımıza çıkan bu askerin yazıtı sayesinde adının ‘Trogomon’ olduğunu ve MS 1.yy.’a ait olduğunu öğreniyoruz.

Çöküğün güney ve karşı yamaçlarında gördüğümüz bu kabartmalar bize, bu coğrafyada daha pek çok kabartmanın mevcut olabileceğini düşündürüyor. Çünkü bu kabartmalar hemen fark edilemiyor! adeta bukalemun gibi kayaların içine gizlenmişler. Keşfetmek için ciddi arkeolojik çalışmaların yapılması gerekir. Dağ taş yüzlerce, binlerce yıllık çağların, yaşanmışlıkların izleriyle dolu. Her yer birer açık hava müzesi. Bizlere hiç mi mesajları yoktur bu sessiz heykellerin!

Obruğun güneybatı kenarında yükselen Helenistik kulenin batı duvarındaki kitabede, kulenin rahip krallardan Olbalı Tarkyaris’in oğlu Teukros tarafından Zeus için yaptırıldığı belirtilmiş.

Tapınağın doğu ve güney duvarlarının birleştiği köşenin orta yerinde bulunan kitabede, Olba Krallığı’na ait sikkelerde görülen Triskeles (Üç ayak) kabartması var.

Olbalılar’dan kalma bir para. Paranın üstündeki şekil Triskeles olup Teokritler sülalesinin işaretidir.

Obruğun çevresinde yer alan baziliklar kısmen de olsa ayakta kalabilmişler. Üç kemerli narteksin önündeki mahzenin kemeri ve ağzı görülebiliyor. Etrafında atriumun bulunduğu batı yönü, avluya iki sütunlu üç kemerle açılıyor. Bugüne ulaşamasa da, narteksin üzerinde ahşap bir kat olduğu kilisenin batı duvarında sıralanan bir sıra taş konsoldan anlaşılıyor.

Üç ayrı yerde nekropol (mezarlık) bulunuyor. Ana yolun iki tarafında kayalara oyulmuş oda mezarlar görülüyor. Çevrede Roma ve Bizans mezarları yanında Osmanlı dönemine ait mezarların da bulunması o dönemde de burada yerleşme olduğunu gösteriyor.

Kuzeydeki nekropolün en yüksek yerinde görülen Kraliçe Aba’nın, kocası ve iki oğlu için yaptırdığı anıtsal mezar ören yerinin en ilginç yapısı sayılabilir. Kare planlı mezara yuvarlak kemerli bir kapıdan giriliyor. Anıt mezarın doğusundaki mezarlar ise lahit şeklindedir.

Olba’lı Prenses Aba’nın Mezarı

Obruğun kuzeyinde, nekropol içerisinde yukarıda yer alan tapınak mezar ise İS 2.yüzyıl. a ait olup üzerindeki yazıtta kentin ismi olan Canytellis adının geçmesi nedeniyle önem taşımakta. Mezar, kentin soylularından olan Aba adına yapılmış. Obruğun çevresindeki bazilikalar 4. yy. sonları ile 6. yy. ortaları Bizans dönemi eserlerinden. Çukurun kuzey kenarındaki yer alan büyük üç nefli bir Bizans kilisesi (İS 6.yüzyıl) dikkat çekiyor, aynı zamanda batı kenardaki iyi korunmuş başka bir bazilika da görülüyor.

Obruğun kuzeybatısını büyük bir nekropol alanı (mezarlık alanı) bulunuyor; lahitler, tapınak mezarlar ve üç sütunlu bir prostylos mezar İS 2/3. yüzyıla tarihlenmekte. Geç Hellenistik döneme kadar geriye uzanıyor. Bazı evlerin ise Geç İmparatorluk ve Erken Bizans dönemine kadar bir kaç defa onarıma uğrayarak kullanıldıkları anlaşılmakta.

Bu antik kent, 19. yy. ortalarında Fransız gezgin Victor Langlois tarafından keşfedilip, 70’li yıllarda yapılan kazılarla ortaya çıkarılmış. Yöredeki ilk arkeolojik araştırmaları ise Prof. Dr. Semavi Eyice gerçekleştirmiş. Ama ne yazık ki tanıtımın yeterli olduğunu söylemek mümkün değil. Kaderine terk edilmiş olan ‘Adamkayalar’ ile karşılaştırıldığında, yine de ören yerinde bir görevlinin bulunması, cüz i de olsa bir ücret alınıyor olması, bir nebze de olsa ferahlatıyor bizi. Oysa ki kültürel varlıklarımız tüm insanlığın ortak mirasıdır. Grek ve Roma’dan Hitit’e kadar uzanan bir kültür yelpazesini göz önüne aldığımızda… yabancı turistlerin de fazlası ile ilgi odağı olacaktır. Bu yüzden sanata, sanatçıya, tarihe ve kültüre gerçek anlamda hak ettiği değeri vermek gerekir.

Olba’nın ve Prenses Aba’nın Öyküsü

Nice efsaneleri bağrında taşıyan Toroslardaki gezimiz boyunca, hemen her tepede, her vadide ve her koyda gizemli bir kale, bir yapı, bir kalıntı ile karşılaşıyoruz.  Ama hep gizemli bir ülkenin, Olba’nın ve gizemli bir kadının, Prenses Aba’nın ismi çıkıyor karşımıza. Biz de merak ediyoruz doğrusu, nedir bu Olba’nın sırrı!

Mersin Devlet Opera ve Balesi’nin, 13 Ekim 2005 tarihinde dünya prömiyerini yaptığı F.Hüseyinov’un “Kraliçe Aba” adlı bale eserine de ilham veren Olba’nın ve Prenses Aba’nın ilginç öyküsü;

“Olaylar Roma İmparatorluğu’nun sınırları geniş hükümdarlığı sırasında geçer: Aba’nın babası Zenofanes, Olba halkı rahipler soyundan olmasına rağmen Roma’ya karşı izlenen politikalara muhalefet etmiş ve korsanlara katılıp liderleri olmuştur. Dolayısıyla, Romalı komutan Pompei’nin Akdeniz’deki korsanları temizleme seferleri sırasında ortadan kaldırılır. Zenofanes’i Romalılara yakalattıran Olba başrahibidir, bu yaptığına rağmen kızı Aba’yı tapınağa alıp büyütür.

Kraliçe Aba, babası Zenofanes’in öcü ile yanıp tutuşan savaşçı öfkeli bir korsan kızıdır. Dönemin Olba kralı Teukros Aba’ya aşık olunca evlenirler ve Aba Kraliçe olur. Bir gün Kleopatra ile evli olan Mısır Kralı Antonius,Olba’ya gelip Olba topraklarını zaptederek Kraliçe Kleopatra’ya hediye eder. Olba Baş Rahibi, Romalı Komutan Pompei’yi Kral Antonius ve Kleopatra’ya karşı suikast düzenlemeye ikna eder. Kraliçe Aba bu sinsi planı duyar ve suikasti engeller. Ancak Pompei Antonios ve Kleopatra Kanytella’da dinlenmekte oldukları bir sırada adamlarıyla saldırır. Kleopatra’yı öldürmek üzereyken Aba meçhul bir savaşçı kılığında çıkıverir ve onu engeller. Kleopatra hayatını kurtaranın Kraliçe Aba olduğunu öğrenince O’na hayran kalır. Komutan Pompei gözaltından kurtulup Roma’ya ihanet eden Kraliçe Aba’ya saldırır. Kral Teukros Kraliçe Aba’yı korumak için kendisini Aba’nın önüne atar ve ölür. Kraliçe Aba Olba’ya özgürlüğünü verir ama Kralını kaybeder, kendisini Olba’ya ve oğluna adar.”

Kraliçe Aba’nın kahramanlıklarına rağmen gerginlikler, öfke, intikam ve ölümle bezenmiş bir iktidar savaşı öyküsüdür bu.

Kanlıdivane’nin hikâyesi bizi biraz ürpertse de, gördüğümüz yapılar ve muhteşem kabartmalarıyla oldukça etkilendiğimiz Olbalı Prenses Aba’nın yaşadığı bu kayıp kente veda zamanı geliyor. Yüzümüzü Akdeniz’e çevirip, Helenistik çağdan, Roma ve Bizans çağına son bir kez dönüp el sallıyoruz. Tepemizde güneş batmak üzereyken ve akşamın kızıllığı antik kenti kırmızıya boyarken ayrılıyoruz Kanlıdivane’ den.

Esin Bozdemir

The following two tabs change content below.
Esin Bozdemir Balıkesir doğumluyum. Gurbetçi bir ailenin çocuğu olarak hayatımın kısa bir çocukluk dönemi Almanya’da, bir dönemi de eğitim amacıyla Londra’da geçti. Burada dil ve marketing eğitimi aldım. Profesyonel iş hayatım ise İstanbul’da çeşitli özel sektörlerin marketing, halkla ilişkiler ve yönetim kadrolarında çalıştım. Eğitim ve iş hayatıma bağlı olarak yurt dışı seyahatlerim beni farklı coğrafyalardan, farklı kültürlerden insanlarla tanıştırdı. Bu durum benim hayata bakışımı şekillendirdi. 2009 yılından itibaren ‘İzler ve Yansımalar’ adı altındaki bloğumda kültür-sanat, seyahat ve yaşama dair yazılar yazmaktayım. Bunun yanı sıra resim sanatında da çalışmalarımı aralıksız sürdürmekteyim. https://www.instagram.com/esin_bozdemir_art/ https://www.instagram.com/izlerveyansimalar/ https://www.esinbozdemir.art/
BU SAYFAYI PAYLAŞ

.